BÖLÜM 22: GECEYE FISILDADIM SUSKUN AYRILIKLARI

1.6K 166 75
                                    

Bölüm Müziği: Eylül Hazan - Hasret (Seyyan Hanım Cover)

Karanlık, tüm bulutların içine sızmıştı. Öyle ki sokak lambalarının ışığı bile onun gölgesinin altında cılız kalmıştı. Belki de sadece benim gözümde böyleydi karanlık. Büyüyordu. Dünya'ya çakılan Pulsar'da sönen dileklerimi göremeyecek kadar büyüyordu. İçimi kaplıyordu. Serzenişlerim boğazımda kuruyordu. Hıçkırıklarımda son buluyordu. Gözyaşlarım da onlara eşlik etti. Bir bir döküldüler ilerlediğim kaldırımın taşlarına. Soğuk sızdı gözyaşlarıma. Ne de olsa, gün doğarken daha güneşi göremeden, insanlar onu ezip geçecekti...

Geceler, suskun...

Kasabanın yıkık dökük binaların arasına saklanmış kızla konuşacaktı gece. İçinden geçip giden adama fısıldayacaktı içimdekileri. Sonra kızla o adam göz göze gelecekti... İşte o an dirildiği topraklarda bir ateş belirecekti. Kasaba yanacaktı. Dünya yanacaktı. Ve içine düşüp ölen o Pulsar da...

Sokağın köşesinden döndüğüm an, bağırtıların sahibini görebilmiştim. Ogün çıldırmış gibiydi. Zehra, Yaren, Yakup ve Sercan da oradaydı. Onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ogün'ün sesi, sokağın duvarlarındaki vaveylalara sözcük oldu. İçimde büyüyen karanlıktaki son mum cılız ışığıyla titredi. Sarsılmamı umursamadan ilerlemeye devam ettim. Kıyamet yaklaşıyordu... Geleceğimde bir yerlerde var olan Ogün'le, geçmişimde sıkışıp kalan o Ogün; bu gece yüzleşecekti. Birbirilerine bakacaklardı. Ve belki de, bir daha kendine bakamayacak kadar silinip yok olacaktı...

Yaren üzerime doğru koştu. "Gelme!" dedi.

İlerledim.

Kolumdan tuttu. "Mısra, şimdi konuşmasanız daha iyi olacak..."

İlerledim.

"Mısra!"

İlerledim.

"Dur!"

Ne de olsa, geceler suskundu... Bu geceler çok fazla suskundu. Zamanla bu suskunluğun arasına Ogün'ün bana dokunan gözleri bulaştı. İlk başta buğulu gördüm onun yüzünü. Ne zaman gözlerimi kırpıştırdığım için gözyaşlarım yüzümden süzülmüştü, işte o zaman daha net görebilmiştim o kasabadaki son ölümümü... Karşılıklı durduk. Aramızda toplam 8 adımlık bir mesafe vardı. 8 adımdan sonrasında ise bir uçurum... İki ucunda durmuştuk. Ben son dileğime baktım. O dileklerini yaktı. Ben son nefesimi tattım. O kılıçlarını düşürdü. Koca sokakta yankılandı kılıç sesi, çünkü bir anda koptu o 8'in göbeği... İkiye bölündü, çok uzaklarda sıfır oldu ikisi... Çünkü o üzerime doğru adımlayınca Bir'i de kaybettiğimi anlayabilmiştim.

"Doğru mu!?" diye bağırdı. Duvarlara çarpan sesi tekrardan titredi kulaklarımda. Tam karşımda durunca yüzüme doğru eğilmişti. Kızgın solukları cildime dokunuyordu. Soğuğu yitirdim onun gözlerine bakarken. Uzanıp yüzüne dokunmaya çalıştığımda bileğimi tutmuştu eli. "Doğru mu Mısra!?"

Bir süre hiçbir şey yapamadan öylece onun gözlerine bakmıştım. Ardından diğer elimdeki telefonu havaya kaldırdım. İşte o zaman elimden almıştı telefonu. "Buna mı yazacaksın demek istediklerini!?" Öfkeyle telefonu fırlattı. Daha çok yüzüme doğru eğilince birkaç adım gerilemek zorunda kalmıştım. Fakat üzerime gelmeye devam etti. Zamanla sırtım duvarla bütünleşti. "Hayır, Mısra... Ben söylemeni istiyorum! Konuşacaksın! Konuşacaksın, Mısra!"

Duvara geçirdi bir yumruğunu. Kaçmak için yana çekildiğimde beni kıstırmıştı. "Konuşsana!" diye bağırdı yeniden. Hıçkırığım dudaklarımın arasından kaçarken yüzümü avuçladı bir eli. Sertçe kafamı kendisine doğru kaldırdığında kıyametin başlangıcı olan o gözleriyle bakışmaya başlamıştım. "Konuşacaksın, Mısra! Sen artık konuşacaksın! Çünkü şu siktiğimin hayatında, tek umursadığım şey senin konuşman!"

"Ogün..."

Koluna tutunan Yakup'u sertçe ittiğinde, Yakup dengesini kuramayıp yere düşmüştü. "Siktir git, dokunma bana!"

Bakışlarını tekrardan bana çevirdi. Yüzümü avuçlayan elinin parmakları cildime saplanmıştı. Kesik nefeslerim dibimde olan yüzüne sürünüyordu. Ortada ufak bir buhar oluşmuştu. Onca ateşin isi gözyaşlarımızla süzüldü dudaklarımızın arasından. Şu anda tanık olduğum kişi umursamaz adam değildi. Hayır, bu kesinlikle umursamaz adam değildi. Bu ruhu güzel adamdı. Ve ne yazık ki onu şu anda öldüren tek kişiye bakıyordu...

"Sebebin bu muydu?" diye fısıldadı gücü tükenmiş gibi. "Bu muydu?" O soğuk sızı tam kalbime saplandığında bunu hissetmiş gibi yüzümü avuçlayan elini yavaşça boynuma doğru indirmişti. Bana tutunan elinin bileğine sarılmıştım. Sadece onu izliyordum. İkimiz de yığılmadan önce son kez onu izlemek için çabalıyordum. Boynuma düştü Ogün'ün başı. Hâlâ ağlıyorduk. Her cildime ılık ılık süzülen gözyaşında sertçe dudaklarımı ısırmıştım. Ogün Enes, beni nasıl parçalayabileceğini biliyordu...

"Çok acımasızmışsın," diye fısıldadı kulağıma. Kelimeler, zihnimin en derin çukuruna düşüp ölmüştü. "Babamı seçmiştim, Mısra." Bana doğru sokuldu, son kez kokumu içine çekmek ister gibi. "Caner'in size bir şey yapacağını sandığımda ben babamı seçmiştim, bacaksız."

Boynuma dokunan eli düşecek gibi olduğunda elini tuttum. O sessizce, ben ise sarsılarak ağlıyordum. Bir süre hiç konuşmadı. Başını omzuma yaslayarak öylece durdu. Eline tutunmama karşı gelmeden dakikalarca bekledi. Neyi bekledi bilmiyorum ama ben yine de her an gidecekmiş gibi sıkıca tutunuyordum eline, bir yandan da ceketine...

Boynumdan yavaşça süzülen gözyaşlarını hissettikçe ona bakmak istedim. Ama izin vermedi. Sırtımı duvara, başını da omzuma yaslamıştı. Kafası bana doğru dönüktü. Beni izliyordu. Sıcak nefesi cildime dokunuyordu. Sağ yanağım Ogün Enes'in varlığıyla, sol yanağım ise onun yokluğuyla bütünleşmişti. Belki de bu yüzden o gece, Tanrı bana son dileğimi hatırlatmıştı...

"Ben seni böyle tanımadım." Bunu o kadar kısık söylemişti ki, sadece cildime dokunan sıcak nefesinden anlayabilmiştim kelimelerini. "Ben seni hiç böyle tanımamıştım, Mısra..."

Kaldırdı başını omzumdan. Ağır bir şekilde geriye doğru çekildi. O bomboş duran ifadesiyle karşılaşmıştım tekrardan. O geriledikçe, ben de onun peşinden gitmek istemiştim. Fakat gitmeden önce gözlerime bakarak öyle bir cümle kurdu ki, o an tüm bedenimde tuzla buz olan kemiklerimi hissedebilmiştim: "Sen hiçbir şeye değmezmişsin."

Fısıltısı, cılız mumun ışığını söndürmeye yetmişti. Arkasını dönüp yürümeye başladığında sadece birkaç adım atabilecek gücüm olmuştu. Ardından yığıldım dizlerimin üzerine. Birisi bana sarıldı. Bir diğeri gözyaşlarımı sildi. Ama ben hâlâ Ogün'ün gidişini izliyordum. Sokak lambalarının ilerlediği yola yansıttığı gölgesini izledim. Zamanla aramıza soğuk girdi. Sisli bulutlar sızdı, kırılan kemiklerimin arasına... Kalbimde öyle yoğun bir acı vardı ki, ardından onu izlerken bir kez olsun hıçkıramamıştım bile.

"Mısra, nefes al!"

"Sikeyim!"

"MISRA!"

"Bağıracağına ambulansı ara, Sercan!"

Bana dokunan kolları itip kendimi geriye doğru attım. Çok geçmeden sırtüstü yayılmıştım zemine. Ogün'ün seslerini yankılayan duvarlar, şimdi tüm sesleri soğurmuştu. Hiçbirini duymuyordum. Zaten dinlemek de istemiyordum. Sadece gökyüzüne baktım. Karanlık bulutları izledim. Sarsılıyordum. Zemin, sarsıntılarımla parçalandı. Gözlerimi yumduğumda zeminle bütünleştiğimi anlayabilmiştim. Dudaklarımdaki ölü kelimeler son kez dirildi. "Ogün," demek ister gibi. Ama başaramadım. Daha, "Gitme," kelimesine ulaşamadan gece üzerime çökmeyi başarmıştı.

Ne de olsa geceler, son dileğimi kabul edecek kadar suskundu.

"Tanrım ben beceremedim, bari o unutsun beni..."

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin