BÖLÜM 1: ŞEREFE SEVGİLİM

1.5K 98 24
                                    

Bölüm Müziği: İsmail Aras Deli - Dumanına Seni Anlattım

Onun sessizliği eşsizdi. Bir suskunluğuna bakardı dinlediklerim. En sevdiğim şarkılar onun hiç ulaşamadığım dilinden geçip giderdi. Bir başladı mı duramazdım onu dinlemeye... Gülümsemesine... Arada dayanamayıp benden kaçırdığı gözlerindeki varlığıma... Dayanamazdım böylesine eşsiz sessizliğine. O kadar güzeldi ki, bir zaman hiç dokunamadım onun yüzüne. Sanki çok değerli bir resimdi benim için. Ve ben ona dokunduğumda tüm renkler birbirine karışacaktı. Her şeyi bozacaktım, onca kusursuzluğuna rağmen...

Gözler... Gözleri yeterdi dertlerini anlamama. Sonra derman olmaya çalışırdım. Hep aynı diktiği yerlere dokunurdum. Üst üste atılan dikişlerinin tekrardan kanamaması için okşardım yaralarını. Sanki bu yaptığımın bir karşılığı varmış gibi o da benim yaralarımı sarardı küçük parmaklarıyla. Evet, küçüktü. Yan yana gelsek omzuma zor yetişirdi başı. Bir kolumu omzuna attığımda istemsizce sarılır gibi olurduk, çünkü kaybolurdu kolumun altında. Bir yapboz parçasını tamamlarcasına sığınırdı göğüs kafesime. Öyle güzel yerleşirdi ki oraya, kaç kez bıçak saplamak istediğim kalbimi onun için durdurmazdım. Bir gün daha, derdim kendime. Bir gece daha sık dişini, Ogün...

Sonra giderdim, onun gibi sessiz sessiz... Giderdim uzaklara. Kimse dokunamazdı benimle onun hatıralarına. Hiç kimse... Ben bile. Koparır atardım kötü olan her şeyi. Sadece güzel yüzü kalırdı zihnimde. Her göz göze geldiğimizde neden beni seçtiğini sorguladığım o güzelliği kalırdı geriye. Geriye... Çok geriye... En başa. En derine. Bir bana, bir ona... Bir de içtiğim şu içkiye... Geriye... En eskisine. Hepsine. Bitmişliğime. Şerefe!

Ne de olsa bugün onu gördüm. Karşımdaki bankta... Hava soğuk olmasına rağmen ince giyinmişti. Süt köpüğü rengindeki hırkası vardı üzerinde. Çok severdi onu. Hırka giyinmeyi... Ellerinin giyindiği kıyafetin içinde kaybolmasına bayılırdı. Bu sebepten omzuna yüklediğim ceketlerime sokardı kollarını. Bir de benim giydiklerimin içinde kaybolurdu. Ama yakışırdı. Gerçi ona ne yakışmazdı ki... Her şeyiyle güzeldi. Göz göze geldiğimiz o an kızarmış göz hareleriyle bile güzeldi. Bozamazdım üzerime yaydığı büyüsünü. Yitiremezdim. Belki de bu yüzden Caner'i bulana kadar 12 gece diledim bizden. Sadece geriye kalan son 12 gecemizde son kez hayatımdaki varlığını hissetmek istedim. 12 dedim çünkü o her şeyini 12 yaşındayken kaybetmişti. Şimdi ise sıra bendeydi. Her gecemiz 1 yıla eşdeğerdi. 12. gecemiz de ikimizin sustuğu o son yılımız olacaktı.

Elimdeki şişenin dibini bulmuştum. Sahi, ben neyde dibi görmedim ki zaten... Yıkılan yolların ruhuna mesken tutan kendi gölgem değil miydi? Bir sızıya kurban edilen onca benliğim bana ait değil miydi? Hiç tanımadığım bir binanın köşesinde kusacak gibi olduğumda, izlediğim o kaldırım gerçekten de sadece benim varlığımı mı hissetmişti? Sadece... Zamanla gözlerimi kaldırıp izlediğim o tabutta... Sadece ben mi vardım?

Kalabalığın yanına gittim. Arada sendeliyordum. Belki de bu yüzden tuttular kolumdan, düşmemem için... Ama yanılıyorlardı. Babamın ölüsüyle göz göze geldiğim o âna hapsolmuştum ben. Düştüğümle kaldım. Kaldığım gibi gömüldüm. Gömüldüğüm kadar sustum. Dibine kadar sustum! Mısra Karataş gibi... Belki o da dibi boylamıştı he? Bunca siyah giyinen insanların arasında beyazlığıyla sırıtacağını bilir gibi gelmemesi belki de bu yüzdendi. Korkaktı! Sadece insanlardan kaçmasını bilirdi! Artık bende de kaçıyordu... Sıradanlaşmıştım, çünkü büyümüştü...

Büyümüştü. Hâlâ ufak olabilirdi ama artık çocuk değildi. Avuçlarıma fısıldayan kız değişmişti. Gelmemişti. Behzat Enes'in üstüne toprağı savururken yanımda olmaya cesaret edememişti. Birkaç metre ileride Gökhan Karataş'ın mezarlığı vardı. Belki de ondan kaçıyordu. Ne de olsa, ne zaman babasının mezar taşıyla bakışsa hıçkıra hıçkıra ağlardı. Titremeye başlardı. Nasıl bir anı zihninde kalmışsa, her göz göze geldiği mezar taşında parçalara ayrılırdı. Toparlayamazdım onu. Sadece sarılırdım. Bilmezdim böylesine acı olduğunu... Bilsem de bu kadarını hissetmezdim. Damarlarımı dâhi aşıp geçen o acının ruhuma her saniye saplanıp kalacağına pek inanmazdım. Demiştim ya, benim için babam ölümsüzdü. O, zihnimde yarattığı dünyasında ölemezdi.

Artık karanlık yayılmıştı bulutların içine. Sokak lambaları açılmıştı. Hepsinin yanından geçip gittim, tıpkı insanlarda olduğu gibi... Sadece yürüdüm. Az önce karşı karşıya geldiğimiz sarhoş adamı hatırladım. Ersin. Babamın çok eskiden kalma bir arkadaşı... Onca attığı kazıktan sonra babamın karşısında bir Malbora yakıp, "Ben suçsuzum, Behzat," dediği zamanları hatırladım. Aldığım içkiden sonra geri döndüğüm sokakta tekrardan onu görünce öldüresiye onu dövdüğümü hatırladım. Üzerine cebinden çıkardığım paketten bir Malbora yakıp, "Şimdi aklandın, Ersin," dediğimi de hatırladım. Her şeyi hatırlıyordum. Her şeyi... Sigaranın ucundan düşen külün tam yüzüne konduğunu... Bana yalvarmasını... Elimde çevirdiğim Zippo'yla ansızın üzerine alkol döküp onu yakacağımı sanmasını... Her şeyi hatırlıyordum, çünkü hiçbirini unutmamıştım. Sadece geçip gidiyordum. Kana bulaşan suratını unutmuş gibi, benim için birkaç sokak lambasından farksız olan insanların yanından geçip gidiyordum.

Birkaç tanıdığım var.

Kim?

Bence yürüdüğüm bu sokağa yağmur yağmalıydı. Bir tek buraya... İçinde ben varken şiddetli bir yağmur yağmalıydı. Sel gibi bir anda vurup çıkmalıydım bu hayattan. Her şey ansızın, sızım olmalıydı. Geçmeyecek olan yaralarıma dokunmalıydı, bir daha konuşamadığım o şeyler gibi...

Sen bunu yapmakta kararlı mısın değil misin, onu söyle!

Kısa bir zamanda çocuklarla beni tanıştır.

Silah?

Ben hallederim.

Ogün?

?

Korkmalı mıyım?

Hayır.

Peki, Caner'den sonra ne yapacaksın?

Kaçacak mısın?

Hayır.

Polis peşine düşecektir, Ogün!

Biliyorum.

Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun o zaman!?

Ogün?

Telefonumu açsana!

Çağrılarımı yanıtla...

Ogün!!!

Açmayacağım, arama boşuna.

Neredesin lan sen!?

Kafamı kaldırdığımda Mısra'nın penceresiyle bakışmaya başlamıştım. Lambası açıktı. Bu yüzden perdenin üzerine düşen gölgesini izleyebiliyordum. Ama şu anda yoktu. Sanırım oturuyor veya yatağında uzanıyordu. Kaldırımın ucunda, sırtımı arkamdaki duvara yaslayarak bilmem kaçıncı kez o perdeyi açışını hayal ettim. Her gece onun için bu kaldırıma gelen çocuğu görüp gülümsemesini hayal ediyordum. Bir anda yanıma koşup gelmesini... Sonra... Eskisi gibi olmamızı... Sonra da... Eski yaprakların nasıl koptuğunu hissetmemizi istiyordum. Yıpranmış sayfalarında silinmiştim. Mısra, yağmurum olmuştu. Defalarca kez yağdı üzerime. Ansızın sızılarıma bulaştı. Bir onu çekip atamadım içimden. Bırakamadım. Bu yüzden... Eskiye. Sahiplendiklerime. Kaybetmişliğime. Hepsine... Sadece şerefe!

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin