BÖLÜM 17: TENİMDE TUTSAK İZLERİN

711 49 117
                                    

*REDD - Hâlâ Seni Çok Özlüyorum*

Bedenimde yırtılmış derim, oluk oluk akan sensizliğim, geçip gittiğim yollarda kalan izlerin vardı bacaksız. Yığıldığım köşelerde kayboldu, zaman. Sessizliğin artık dudaklarıma vurulan bir mühür, kalbime kamçılanmış bir geceden farksızdı. Kaç kalem öldü ellerimin arasında, hep seni yazmaya çalıştım. Oysa hiçbir cümlenin sonuna gelmedi o satırlar. Milyonlarca ruhun arasında bencilliğimle yaşadım seni. Bir ben...

Bir tek ben hissedebileyim seni, bacaksız.

Karanlık çökmek üzereydi. Keskin soğuğun altında yeryüzünü aydınlatmak için açılan sokak lambalarının yanından geçtim. Ellerim cebimdeydi, kaşlarım derinlemesine çatılmış... Mısra'nın evine gidecek cesaretim yoktu, bu yüzden mahallenin içinde öylece turluyordum. Bir an cebimdeki telefonu çıkarıp ona mesaj atmak istedim. Daha sonra vazgeçtim. Günlerdir mesajlarıma dönmeyen bacaksızın neden benden uzaklaştığını anlayamıyordum. Bir sorun vardı. Belli ki bir şeylere üzgündü ve benim onun yanında olmama izin vermiyordu! Bu düşünceyle kaşlarımın çatıklığı daha da derinleşti. Alıp verdiğim keskin solukların arasından başımı sağa sola salladım ve kendimce mırıldanmaya başladım: "Bana kapıları kapatma, Mısra. Beni dışarda bırakma..."

Ellerimi cebimden çıkarıp, sertçe yüzümü ovuşturdum. Saatlerdir mahallenin içinde öylece turluyordum. Mısra'nın okuldan gelmesini bekliyordum. Aslında evde mi yoksa okulda mı olduğunu bilmiyordum, bu yüzden onu yakalayabileceğim yerlere bakınmaya gayret ediyordum. Dün onun okul çıkışını beklediğimde sadece arkadaşlarına rastlayabilmiştim, onlar da okula gelmediğini söyleyip gitmişlerdi. Ona ulaşamadım. Hatta açsa dâhi benimle konuşamayacağını bildiğim halde telefonunu aramıştım. Çağrılarımı meşgule atma gereği bile duymadı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir süre penceresinin tam karşısında kalan o kaldırama oturdum. Perdeyi açıp beni fark etmesini bekledim. Olmadı... Kalkıp gittim o kaldırımdan. Eski okul binasına geçtim. Gün doğana kadar ucunda oturduğum çatıdan yeryüzünü izledim. Bina koca bir harabe diye anılıyordu ya; içinde ölmeden sağ kurtulanları, kendisini de onlar için feda ettiğini işte o zaman anlamıştım.

Mısra'nın zemine düşen minik gölgesini seçtiğim anda ilerleyen adımlarımı durdurdum. Onu nerde görsem tanırdım... Başımı kaldırıp sokağın diğer ucundan giriş yapan Gülseren Hanım'la Mısra'ya baktım. Mısra sivil kıyafetlerini giyinmişti, sanırım bugün okula hiç gitmemişti. Gülseren Hanım'ın elinde de eczaneden almış olduğu poşetler vardı. Fark ettiğim şeylerle kaşlarımın çatıklığı derinleşti ve onlara doğru adımladım. Gülseren Hanım, Mısra'yla konuşmaya çalıştığı için beni fark etmesi zaman almıştı ama bacaksızın kabuk bağlamış olan kahverengi irisleri direkt beni buldu. İlerleyen adımlarını durdurunca Gülseren Hanım da başını çevirip benden tarafa bakmıştı. Onunla da göz göze geldim.

"Ogün..." diye fısıldadı, Gülseren Hanım. Bir yandan da Mısra'nın sırtını sıvazlıyordu. "Evimize mi gelmiştin?"

Birkaç saniye kadar öylece Mısra'yı inceledim. Gözlerime bakacak cesareti yok gibiydi, dalgın gözlerle tişörtümü izliyordu. "Evet," dedim ben de fısıltıyla. "B-Bir sorun mu var, Gülseren Hanım?"

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin