12 GECE | MISRA KARATAŞ

1.7K 107 44
                                    

TANITIM VİDEOSU:

TRAILER:

Bölüm Müziği: Olafur Arnalds - Haust

Kıyılarına vurulduğum topraklarda yitirmiştim benliğimi. İçinde dağıldım. Kum taneciklerine dönüştüm. Birkaç kızgın dalgayla savruldum. Yeniden deniz oldum. Koca koca okyanuslara bulaştım. Okyanus ben oldum. Bir gündüzü, bir de geceyi tattım. Yıldızlara kendimi adadım. Gemileri sırtlandım. Kim bilir, kaç ceset kustum yeryüzüne. Kaçını hiç dokunmadan öldürdüm. Öldürüldüm.

Saatin belirli periyotlarla çıkardığı tik tak sesine artık tahammül edemiyordum. Buradan kalkabilirsem eğer, ilk işim onu duvardan söküp atmak olacaktı. Ama hareket edemiyordum. Etsem dahi çok geçmeden tükeniyordum. Geri düşüyordum olduğum yere. Gözlerimi aralayıp etrafıma bakındım. Ev hâlâ karanlıktı, fakat gün yeni doğduğunu belli eder gibi cılız bir ışıkla süzülmüştü evin içine. O kadar sönüktü ki bu ışık, parmak uçlarımla dokunduğum yere kendi karanlığım çöktü. Gölgem onu parçalara ayırmıştı. Kaşlarımın çatıklığı derinleşti. Soluklarım gitgide sıklaşıyordu. Zihnim bedenime hükmetmekte güçlük çekiyordu. Bir şeyler yapmalıydım. Buradan kalkmalı ve artık babamı onların elinden almalıydım. Fakat ellerimi zemine yaslayıp kalkmaya çalışsam da bunu başaramıyordum. Alnımı zemine yaslayarak soluk soluğa kalmış bir şekilde birkaç saniyeliğine bekledim.

Evimdeydim. Dün gece buraya getirilmiş ve salona savurularak bırakılmıştım. Babam ise hâlâ Caner'in elindeydi. Onu kurtaramamıştım. Sadece çabalamıştım. Bana engel olmaya çalışan adamlarından birkaç darbe yemiştim. Ardından ensemde anlam veremediğim bir acıyla yere yığılmıştım. Bunu hatırlamamla elimi kaldırıp boynumu ovuşturdum. Ciddi bir şişlik vardı ve her dokunduğumda acıyla inliyordum.

Tik, tak. Tik, tak.

Alnımı yasladığım zeminden kurtarmak amacıyla kafamı yan çevirdim. Gözlerimi kaldırıp duvardaki saate baktım. Akrep 6'yı gösteriyordu. Yelkovanı seçemedim. Belki de umurumda olmadığı içindi, bilmiyorum... Zaten gözlerim de çok net görmüyordu. Havanın ala aydınlığını izleyemeyecek kadar pusluydu. Gecenin gölgesinde öylece kalakalmış eşyalarımızı izledim. Babamı evden götürürken evde oluşan karmaşayı, beni ittiklerinde sırtımı çarptığım televizyonun yere düşüp nasıl kırıldığını, hepsini, sessizce izledim. Ellerimi kaldırıp tekrardan zeminden güç almaya çalışırken gözlerimi sıkıca yummuştum. Artık kalkmam gerekiyordu! Burada daha fazla duramazdım...

Tik, tak. Tik, tak.

Güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardığımda düşmemek için duvara doğru ilerledim. Bir elimi yasladığım duvardan güç alarak ilerlemeye çalışmıştım. Nereye gittiğimi pek ayırt edemiyordum. Sadece yürüyordum. Sadece ona ulaşabileceğimi düşünerek, her adımımda hafifçe kırılan dizlerime direniyordum.

Tik, tak. Tik, tak.

Evin hâlâ açık olan kapısını biraz daha geriye doğru ittim. Kapının önüne çıktığımda yüzümü az önce doğmuş olan güneşe doğru kaldırmıştım. Fazla sıcak değildi, ama onu hissedebiliyordum. Yumduğum gözlerimin ardında cildime usul usul nasıl işlediğini ruhumun ince izlerinde bizzat hissettim. Trilyonlara eşdeğer ışınlarının arasında ne denli parçalara ayrılıp yeryüzüne düştüğümü bir kez daha hissettim. Belki de anladım. Ben o gün, o kapının ağzında, her şeyimi kaybetmiştim. Çünkü basamakları inmeye çalışırken sendeleyen ayaklarıma artık direncim tükenmişti. Yere düştüm. Ellerim bile beni koruyamadan öylece yere yığılmıştım.

Tik, tak. Tik, tak.

Babam yanımdaydı. Düştüğüm yerden birkaç adım uzaklıkta... Uzansam yüzüne dokunabileceğim bir uzaklıkta. Fakat bunu yapamadım. Sadece onu izledim. Kafası bana doğru dönük olsa da yummuş olduğu gözlerine baktım. Beni görmüyordu.

"Baba?" diye fısıldadım güçsüz bir sesle.

"Sen ilk beni yeneceksin!" dediğinde ellerine yumruk atmamı beklediği zaman bile ona vurmaya korktuğum babama nasıl olur da dokunabilmişlerdi?.. İncitmişlerdi... Yaralamışlardı... Nasıl? Patlattıkları dudağına ve kaşına nasıl olur da vurabilmişlerdi? Bir gözünü nasıl böylesine şişirebilmişlerdi? Nasıl? Babamı bu hâle nasıl getirebilmişlerdi?

"Baba?"

Büyük olurdu babaların elleri, çünkü onlar tüm Dünya'yı avuçlardı. Bazen bir bulut olurdu bize, bazen de bambaşka bir gezegenin Tanrısı. Korkmazdım onun gezegeninde. Bulutları yığsa da üzerime, ölmezdim oralarda. Bir daha dirilirdim. Bir nefes daha bahşederdi bana. Büyük avuçlarında saklanmama izin verirdi. O gezegende yaşlanmazdı babam. Çünkü o benim için ölümsüzdü.

"Baba..."

Hareket edemiyordum. Etmek istemiyordum. Sanki ona bir kez dokunsam dağılıp parçalara ayrılacaktı. Yeryüzünde bir daha ona ulaşamayacağım tüm yerlere savrulup gidecekti. Bu yüzden bir yanağımı yasladığım o toprak zeminde hem ona seslendim, hem de bazı şeyleri kabullendim. Koca okyanusun varisi artık sadece gözyaşını süzdüğü toprak kadardı. Orası kadar varlığını koruyabilmişti. Şimdi ise sadece boşluktu. Herkes gibiydi...

"Sen ilk beni yeneceksin, baba."

Büyük olurdu babaların gülümsemeleri, çünkü onlar tüm Şeytanlar'la çok öncesinde tanışmıştı. Yanmıştı. Yakmıştı. Bu yüzden yanık izleri kadar gülümserdi babalar. Hiç iyileşmeyen yara izleri gibi kırgın olurdu tebessümleri. Kaç kez patlatsalar ulaşamazlardı o dudaklarındaki burukluklara. Biliyorum... Belki de bu sebepten durmamışlardı ona vurmakta. Merak etmişlerdi, benim babamın neden yenilmez olduğunu...

Zamanla parmak uçlarım babama dokunmuştu. Soğuk tenine... Morlukların belirgin olduğu damarlarının üzerine... Büyük ellerine. Zaten bir daha da seslenemedim "Baba?" diye. Sadece süründüm onun yanına kadar... Başını kollarımın arasına alırken bir yandan da telefonumu bulmaya çalışıyordum. Mahalleden birkaç kişi bizi görmüş olacak ki bize doğru koştuklarını seçebilmiştim. Telefonumu bulup ekranını açmaya çalıştım, ama olmuyordu. Titrek parmaklarımla dokunduğum ekrana çoktan hükmümü kaybetmiştim.

"Göremiyorum," diye fısıldadım boğuk bir sesle, yanımdaki adama. Ardından elimdeki telefonu ona doğru uzattım. "Lütfen ambulansı arar mısınız, b-b-ben yapamıyorum."

Telefonu elimden aldı, bir şeyler dedi. Bir şeyler dediler. Birkaç kişi çığlık attı. Ama ben hiçbir şey yapamadım. Sadece babama sarıldım. İki yana yığılmış olan kollarının öylece durmasına dayanamadığım halde ona sarıldım. Sımsıkı.

İkimiz kıyıya vurulmuştuk. İçimizde dağıldık. Toprağa bulandık. Birkaç damla kan süzüldü tabiata. Üzerine yağmur yağdı. Birikti her şey. Kalıntılarımızla bütünleşti. Yıldızlara anlattım derdimi, dayanamayıp karanlığına gömüldü. Bu yüzden sımsıkı sarıldım ona. Daha sıkı... Daha korkak. Daha yenilmiş... Çünkü haklıydı.

Tik, tak. Tik, tak.

Bana zamanda yenilen ilk kişi, babam olmuştu...

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin