Bölüm 8: Nezaret

2.3K 190 30
                                    

"Sanki kalbim içeriden kilitlenmiş ve dışarıyı gösteren camı o kadar kirli ki..."

"Açıkla." dedim nezarette yalnız kaldığımızdan emin olarak. "Neyi?" Anlamamış gibi davranıyor olması daha da sinir bozucu. "Ne iş yaptığını artık söyleyecek misin? Neden geldi o adamlar?"

"Eve geçtiğimizde söz anlatacağım ama burası yeri değil." Ya yeri olmuyor ya zamanı, benden sakladığı işi de olsa saklasın istemiyorum lakin şimdi üstüne gitmeye niyetim yok. Zaten Kadir yanlışlıkla onun yanına girdiğinden sabaha kadar sinir krizi geçirecek.

Esnememek için insanüstü bir çaba harcamak daha da uykumu getirmeye başlamıştı sanki, kara gözlerim sulanmaya başlamıştı şimdiden. "Kalbin işine bak..." diye mırıldandım, şarkı söylerken uyuyamazdım ama yorgun sesim abimin uykusunu getirebilirdi. "Yüzüne bakamaz."

"Ağlar durur, sen uyurken..." diye devam ettirdi abim: "Yalnız olamayan böyle mi yapar, dersen... Anlarım." Ses uyumumuz kulağıma daha hoş gelemezdi.

Nice insan görmüş soğuk duvarlar ikimizin sesiyle can buluyordu, abimin pürüzlü sesi pürüzlerini gizleyen bir güzelliğe sahipken benim kadifeyi andıran keskin sesim onu dengeliyordu. "Yerimi bilmem, bilmem ne taraftayım." Nakarat kısmına atlayınca güldüm, dinlerken de hep atlardı. "Sesimi duymam, ne zamandır araftayım..." Elimi göğüslerimin arasına attım, orada bir boşluk olduğunu hissediyordum. Orası, tam kalbim araftaydı belki de. Buzlar kraliçesinin oklarını ruhumda duyumsuyordum.

Ruhum bedenimden daha soğuk.

Şarkılar söyleyip türlü sohbet çevirmemize rağmen uyuyakalmıştık buz gibi duvarlar arasında, yine ormanda açıyordum gözlerimi. Ağaçların yaprakları hiç düşmeyecek gibi görünüyordu ılık havada, burası sanki başka bir evrendi; bedenim nezarette buz tutmak üzere ama ben ormanın ortasında ağacın tekine yaslanmış soğuk hissetmiyordum. Esen sıcak rüzgarın sesinden başka ses yoktu, mezarlık bekçisi yine gelmişti. Yoğun enerjisi boğucu bir etkiye sahipti. "Borcunu ödemedin." derken epey sakindi. Nezarette olduğumuzdan uyanınca kendime gelmem çok daha zor olacaktı, bunu göz önünde bulundurarak konuştum: "İki gün ver, iki gün içinde getirmezsem benim canımı al."

Bile bile lades demem, çaldığım kalbin işime yarayacağını düşünemezdim.

"Kârım ne olacak?"

"Yaşamaması gereken birinin kalbi." dediğimde kendimden epey emindim. "Buna sen mi karar veriyorsun?" Kaşlarımı kaldırdım. "Ahlak yasalarına aykırı işler yapıyor. Kararı Tanrı vermiş bile." Bu onu cezbetmiş olmalı ki onayladı. "İki günün var." dedi. "Yalan söylüyorsan anlarım."

Önce onun enerjisi yok oldu, her yer kararırken sarsılarak uyandım, uyanır uyanmaz nefes aldım, abimi yokladım. Mışıl mışıl uyuyordu. Hasarsız uyanmanın rahatlığı göğsüme konmuştu. "Zarar vermedi mi?" dedi Kadir hayretle. Yaptığım anlaşmayı çok iyi bir şey yapmışım gibi anlattığımda söylenmeye başladı. Bu kadar vurdumduymaz olunmazmış, olunurmuş işte!

"İşime karışma." dedim hoşnutsuz halde. Eleştirilmek hoşuma gitmiyordu. "İşin benim işimle çakışıyor Mira!"

Bunu göz ardı ettim, benim için sadece benim işim var olabilirdi; kendi işinin planını da o yapmalıydı. "Kafanda benim haberim olmadan plan yapamazsın, her düşünceni biliyorum ve senin bir planın yok; sadece canın umurunda değil!"

Sinsi bir sırıtış mıhlandı suratıma, sessizliğimi cevap saydı ve sustu o da. Saatler akıp gidiyorken üzerimdeki kaban ısıtmaya yetmez olmuştu, gün ışığı da vurmadığından az kaldı diyerek avutamıyordum kendimi. Uyuyan insanın üzerine kar yağar diyorlar diye kabanımı çıkarıp abimin olduğu kısma fırlattım ama sadece bir kısmı bacaklarında kalmıştı, anca aklıma geldiği için kendime kızdım. "Kadir..." diye fısıldadım, dudaklarımdan çıkan dumanı izlerken tekrar araladım titreyen dudaklarımı: "Abimin ellerini tut ve sanki o çekiyormuş gibi üstünü ört."

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now