Bölüm 21: Lanetli Duygular

279 25 23
                                    

"Bensin sen."

Bazen, kısacık bir süre için ışığı söner insanın; o kısacık anda bile ne denli karanlık hissederiz... O ışığın bir ömür söndüğünü düşünsenize... Felaket, değil mi? Felaket... Çoğu kadın karanlıkta yaşıyor.

Sarayda doğmuş prenses bile şu an sarayda ki odası kadar bir alanda, yirmi iki kadınla beraber oturmuş gülümsüyor. Hepsinin karanlığı aynı, hepsinin kaderi benzer. Hepsi kadın. Birbirlerini günahlarından tanıyorlar.

Bu topluluğun başı olmasına rağmen hâlâ günahlarını bilmedikleri Anais ise kendi evinde, hepsinden ayrı, yine tek başına kahvesini yudumluyordu. Kafası ilk günlerde de olduğu gibi epey doluydu. Bir erkekle anlaşma yapmıştı, kadınları kurtarabilmek için bir erkekten yardım alacaktı... Kolay kolay pişman olmasa da bu zannettiği üzere ders alabileceği bir durum da değildi. On yıl düşüncesi yine zihninin kara duvarlarına tosladı.

"Çıldırmak üzereyim." derken kahve bardağını masaya sert sayılacak biçimde bıraktı. Bembeyaz teni ateşin başında oturmaktan al al olmuştu, dışarıda hava diğer günlere nazaran daha ılıktı. Nefesinin ciğerlerini dolduramadığını hissetti, dışarı çıkmak, doğayla çarpışmak istiyordu. Kendine karşı gelmedi ama ah, dışarı çıkmasıyla siyah bir atın üzerine koşması bir oldu. "Hey!" Kendini geri atmasaydı at teğet geçmeyecek, alelade içinden geçecekti, öfkeyle parladı: "Kimin bu lanet hayvan?"

Atla değil, doğayla çarpışmak istemişti. Hadi ama, basit bir plan, plan bile denilemez, masum bir arzu! Bu da mı yolunda gitmez?

Ortalıkta kimse görünmüyordu, içine bir his oturdu, korktu, adımlarını gül bahçesine yönlendirdi. At hâlâ etrafında dolanıyordu ama bizzat saldırıda bulunmuyor, bazen toprak atıyor bazen dibine kadar gidip ağzındaki otu kafasına bırakıyordu. Atın sahibinin Elroy olduğundan Anais artık emindi. Yoksa hiçbir hayvan özenle eğitilmiş gibi bu denli uyuz olamaz. "Kesin hayvana verdiği havuçtan kendi de yedi..." diye düşündü. İçinden söylene söylene ilerliyor, beyaz babetleri tozu beraberinde hiddetle sürüklüyordu. Gül bahçesine ulaştığında masasında Elroy'un oturduğunu gördü, arada bir çizdiği resimleri çekmecede saklıyordu ve şimdiye dek bir kişi dahi o çekmeceyi açmaya cüret etmemişti. Oysa Elroy, nasıl da sinir bozucu, resimleri önüne sermiş bir profesör gibi inceliyor!

"Seni pis herif!" Aceleci adımlarla Elroy'a ilerlediğinde Elroy ayaklanıp kendini savunmaya aldı. Kadının ne yapacağını kestiremiyordu. "O resmi derhal bırak!"

Daha doğru dürüst inceleyemediği resmi yüzüne yaklaştırıp çizgilerin dansını dikkatle seyretti, sırf Anais'i sinir etmek için. Yoksa resme ilgisi olduğu yoktu ya. "Biraz fazla karalamış gibisin."

"Yürek yemiş olmalı." diye düşündü Anais. Elbisesinin iç cebinden hançerini çıkarmasıyla Elroy'un masanın altına eğilmesi aynı anda gerçekleşti, dışardan seyreden herhangi birine epey komik gelecek olan bu sahne Elroy için korku, Anais içinse öfke barındırıyordu. "Boynunu deşmemi istemiyorsan derhal sarayına git!"

At dahi yanlarına yanaşmıyordu. Belli mi olur, kontrolsüz öfkesi ata bile zarar verebilirdi. "Eşitlik diyorum hançer çıkarıyorsun, oluyor mu böyle?"

Anais daha da sinirlendi. "Hiçbir zaman eşitlikte anlaşmadık. Saraydaki kadınları kurtarınca öldüreceğim seni."

"Bari bunu bana söyleme..." Demek dilinin ucuna gelse de dışa vurmadı. Resmi katlayıp ceketinin cebine sıkıştırdı, Anais bunu görmedi ama elindeki kağıdın yok olduğunu anladığında ortalığı birbirine katabilirdi. Resimleri kendine özeldi, içi çok sıkılmadıkça da çizmezdi. O resimlerde bir nevi günahlarının izlerini anlatıyordu ve Elroy görmesini isteyeceği son kişi bile olamazdı. "Anlaşabileceğimize inanıyorum." dese de buna artık kendi bile inanmıyordu. Daha geçen gün baldırına o hançeri yedikten sonra yer göğe karışsa Anais'in eşitlik isteyeceğine inanmazdı.

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now