Bölüm 27: Başımızı Eğersek Savaş Biter

262 28 4
                                    

"Beni gerçekten öldürdün."

Anais'ten...

Bizleri toplumdan günahlarımızla uğurlayan topluma yeni günahlar kazandırmak için 'biz' olduk ama her günah bizi bulamıyor, şimdi sıra bizde; biz o günahları bulup, tek tek işleyeceğiz. "Gönüllüler ayağa kalksın."

Caty dışında herkes, en korkağımız bile ayağa kalktı.

"Sandy, Nicolette, Coralie, Lydie, Pauline ve Patrice, saraya siz sızacaksınız. Her şey anlaşıldı değil mi?" Hep bir ağızdan onayladılar. Gülümseyerek çıktığım ağaç kesiğinden inerken Amaris'in kürkü bacaklarıma sürtünmüştü. Başı tıpkı benim başım gibi dimdikti, gururlu bir ifade hakimdi sevimli simasına. "Üstünden geçiyorum, orada sizi ezebilirler, hakaret edebilirler, aşağılayabilirler, hatta bunları yapacaklar. Hiçbir geri dönüşte bulunmayacak direkt Elroy'a ileteceksiniz. Size dokunana ben dokunacağım, anlaşıldı mı?"

Coralie huzursuzlanıp sızlanacak gibi olsa da diğerleriyle birlikte onayladı. Karşısına dikildiğimde duruşunu dikleştirdi. "Bana güveniyor musun Coralie?"

"Elbette." dedi hiç şüphesiz. Tebessüm ettim. "Öyleyse rahat ol. Siz bensiniz, ben sizim." Başını eğip bir adım geri gitti. "Sizde kuşku uyandırdığım için özür dilerim kraliçem."

Gözlerimin ışıldadığını hissettim, gözlerimde gerçekten zararsız bir şimşeğin çaktığını biliyorum. Bakışlarım anında uzaktan bizi, hatta beni seyreden Elroy'u buldu. Hayretle izliyordu. Yeniden Carolie'ye döndüğümde çenesinden nazikçe tutup başını kaldırdım. Bakışlarımız birbirine tutunan iki güçlü zincir gibiydi, o benim kadınımdı. Benim kadınlarım güçlü olur. "Başını sakın eğme. Biz başımızı eğdiğimiz zaman savaş biter."

Dudağının bir ucu kıvrıldı ve başını zarafetle aşağı yukarı salladı. "Asla aklımdan çıkarmayacağım."

"Bende." diyerek yanımıza geldi Elroy. İstemsizce Fay'e baktım zira o asılsız prenses bize fazlasıyla imalı bakıyordu. Pembe masalından, hayal aleminde kaldığı dünyadan kopamadığı alelade ortadaydı. Tebessüm etmekle yetindim. Şu toplantı bitsin onu göle götürecektim. "Aklınıza takılan bir konu var mı?"

Kimseden çıt çıkmayınca Sandy gür sesiyle, "Yok." dedi. "O halde dağılabilirsiniz." Herkes ayrılırken bakışlarım yine Fay'e kaydı çünkü sinsi bakışları üzerimdeydi asılsız meleğin. Kaşlarımı çatınca kıkırdayarak önüne döndü ve Abella'ya yetişti. Herkesin gittiğini sanırken koluma dokunan minik, sıcak bir el hissettim. Caty ceylan gözleriyle beni ve Elroy'u süzüyordu, beni kenara çekiştirdi, eğilmemi işaret etti, kulağıma yanaştı. "Dünde evinden çıkarken gördüm... Biraz fazla vakit geçirmeye mi başladınız? Seni tehdit edemez, değil mi Anais?"

Ne diyeceğimi bilemedim bir an, nefeslenip bende onun kulağına yanaştım: "Sence kim beni tehdit edebilir? Onu yaşatır mıydım bebeğim?"

Gözleri ışıldadı, bebeğim dememi seviyordu ve bende arada bir diyordum... Şefkate ya da sevgiye ihtiyacı olursa diye. Çünkü biliyordum.

"Haklısın kraliçem!" Koşarak uzaklaştı, tahminimce diğer kadınların yanına gidiyordu, yalnız kalmaktan delicesine korkuyordu hâlâ. "Kraliçem..."

Sırıtarak başımı kaldırdım. "Şaşırmamalıydın, sana söylemiştim."

"Şaşırmadım, hayran kaldım."

"Bende kendime hayran kalıyorum... Yaklaşık her saniye."

Onunla beraber göl kıyısına kadar yürüyüp dik ama geniş kayalardan birine keyiflice kuruldum. Elroy yere bakınıyordu, yapraklarının ucuna doğru pembeleşmeye başlayan bir papatyayı koparıp yanıma yanaştı ve hiç duraksamadan saçıma sıkıştırdı. Kalakaldım. Gerçek anlamda, nefes bile almadan olduğum gibi kaldım. "Çok yakıştı." diye mırıldandı hâlâ yakınımdayken. Hayır, çok yakın değil. Yarım metre kadar mesafe var, kadınlarımda bana bu kadar yanaşabiliyor. Her şey normal.

Saçıma papatya taktı.

Yine de her şey normal.

Tanrım, hiçbir şey normal değil.

"Yakışır..." dedim gerileyerek. "Benden bahsediyoruz her şey yakışır." Güldüğünde başımı göle çevirdim. Etkilendim, kesinlikle.

Bu benim için yeni bir savaş.

Bu savaştan kaçmayacağım.

Sonuna kadar savaşıp her zaman olduğu gibi kazanacağım.

Her olayı hatta durumu savaşa çevirmek oyun oynamak gibiydi, öyle eğlenceli öyle çekiştirmeli. Uzun zaman sonra savaşabileceğim bir durum geçmişti elime ve harcamayacaktım elbette. "İddiaya var mısın?"

"Nesine?" diye sorarken tek kaşını kaldırmıştı. Gölün dibine oturup bağdaş kurdu ben düşünürken. "Ben kazanırsam... Sen kaybedersin, kazanmak benim için yeterli." dedim hiçbir şey bulamayınca. Kaşlarını şaşırmış gibi kaldırıp indirdi. Mimikleri vardı ve bu garibime gidiyordu çünkü ben daha çok... Mimiksiz, korkuluk gibiydim. "Ben kazanırsam bana sana ait saklayabileceğim bir şey vereceksin."

"Anlaştık."

"Peki ne yapacağız?" Oturduğum kayada ayağa kalkıp hemen yanı başımdaki ağaçtan dört koca yaprak kopardım. İkisini uzatıp yerime yeniden oturdum. "Bunlarla ne yapacağız?"

"Gemi." Yaprağı katlayarak tırtıklı kenarlarından birbirine tutturup diğeriyle de bir kat daha yaparak sağlamlaştırdım, kağıtla daha iyi oluyordu esasında ama buraya hazırlıksız gelmiştik. "Nasıl yapacağını anladın mı?" dedim göstererek. "Sanırım..." diye mırıldandı, yapmaya çalıştı, komik görünüyordu. İri ellerinin arasındaki yaprağın sandığım kadar büyük olmadığını anlamıştım. "Ver şunu." dedim gülerek, hâlâ nasıl yapıldığını anlamaya çalışarak uzattı iki ayrı yaprağı. Tıpkı kendime yaptığım gibi sağlam bir gemi yaptım. "Şimdi bunları göle bırakıp ellerimizle dalga yapacağız, karşıya önce hangisi giderse ya da en çok hangisi yaklaşırsa o geminin sahibi kazanacak."

Ellerime bakıp alaycı bir gülüş attı. "Şanslıyım."

"Sen öyle san." Gemileri göle sakince bıraktık, aramıza iki metre kadar mesafe koymuştum. Ona çaktırmadan aldığım koca ağaç kavuğunu suda yelpaze gibi kullandığımda gemim onun gemisini çoktan geçmişti. "Hile, hile yapıyorsun!"

Omuz silktim. "Senin ellerinde kocaman!" Bir anda gelip elimdeki kavuğu çekip aldığında kaşlarım daha da çatıldı, o kavuğu da suya attı! Hain herif!

"Ellerimizi kullanacağımızı söylemiştin!"

"Gemiler yön değiştiriyor, ruh hastası seni!" Ellerimi çırpmaya başladım, hâlâ gemim öndeyken kazanma şansım çok yüksekti ama suya daldığında... Oh, Tanrım!

"Bu hile değil bu başka bir boyut, sen gerçekten ruh hastasısın! Çocukken beşiğin duvarına çok mu sallandı? Asılsız prens!" Duymuyordu, gemisini kıyıya kadar götürmüştü. Zafer gülüşüyle karşıdan el sallarken yine sinirlendirmişti.

Çocuk gibi diyeceğim, hiçbir çocuk bu kadar yaramaz olamaz! Türsüz, asılsız mahluk!

"Gel istersen su çok güzel!"

Yazarın anlatımıyla...

Bir de alay ettiğini gören Anais epey sinirlenmişti ama kendine bile garip gelen bir durum söz konusuydu, öldürmek istemiyordu... Kollarını birbirine bağlayarak kayasına geri oturdu. Elroy, Anais'in bu halinden cesaret alıp üzerine su sıçrattı. Anais, eline geçen ilk taşı Elroy'un kafasına fırlattı.

Kafasından kan sızmaya başladığında Anais'in içi sızladı, Elroy ise anlayamamıştı. Taş kafasını sıyırmıştı sadece ve akan kan epey yoğundu. Anais daha fazla duramayıp suya girdi, kan, gölü boyamaya başlamıştı. Korkuyla Elroy'a yanaşıp alnına baktı ama bu daha da korkmasına, yüreğinin kafese takılmasına sebep oldu. "Elroy..."

Elroy gölü görmüyordu, gözlerini Anais'ten ayırsa içinde yüzdükleri yerin artık sudan ibaret olmadığını anlayacaktı. "Söyle orkide..."

"Gölü görmüyor musun, ne bu rahatlık?" Bir anda kaşları çatıldı ikisinin de. "Anlamadım?"

"Göle bak be adam! Suda değil kanda yüzüyoruz!" Elroy başını eğdiği an eli alnına gitti. "Kan kaybından öleceğim, beni gerçekten öldürdün lanet kadın!"

"Kafan kanamıyor salak herif!" 

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now