Bölüm 18: Yedi Renk

644 64 22
                                    

"Ufak ufak parçalarla alıyorlardı güvenimi, yavaş yavaş kemiriyorlardı..."

Küfür etmişti abim, ister istemez içimden binlerce kez onu tekrar ettim. Nasıl olur? Onca şeyi itiraf etmişken... Ömrümün geri kalanını hapiste mi geçireceğim? En azından yüz yılını... Tanrım, lütfen bizi zamanımıza ışınla.

Nefes alıp verdim. "Akşamı bekleyelim." dedim, belki de sabah on sekizinci yüzyılda uyanırdık. Şayet bu olmazsa hapsi boylardık. Tanrım, bir kurt gönderip başı boş bırakmadın değil mi? Anlaşma yapmıştık!

"Burada kalamayız." diye mırıldandı Elroy, ardından hiddetle tekrar etti: "Burada kalamayız!"

Evet burada kalamayız! Beynimi parmaklarımın arasına sıkıştırmışım gibiydi, bir fikir çıkacaktı biliyorum... Çıkmak zorundaydı. "Kendimizi öldürsek?" dedim, diğerlerine baktım. Abim kaşlarını çatmıştı. "Katiyen olmaz."

"Hatırlayın..." dedim hevesle, kabanımın cebinden hançerimi çıkardım. "Öldüğümüz zaman eski hayatlarımıza dönmüştük. Belki yine öyle olması gerekiyordur."

"Hayır." dedi Elroy, gözleri buğulanmış gibiydi. Bir tek benim anlayabileceğim bir baraj vardı gözlerinde, ruhu ağlıyordu ama o gözünden yaş akıtmamak için direniyordu. "Bu sefer Tanrı yanımızda. Eski bedenlerimizleyiz. Başka bir zamandayız. Tanrı zamanımıza göndermiyorsa bir sebebi olmalı, bu bedenler ölürse ruhlarımız silinebilir kim bilir belki de bu hastaneye biz hapsoluruz... Hiç düşündün mü Anais, lanetimiz neden bir anda kalktı?"

Çünkü beni affetti... Beni neden affetti?

Kadir için beni maşa olarak kullandı... Benimle işi bitti. Gözlerim yerin tozunda takılı kaldı, düşündüm ama bir çıkış yolu yoktu. O Tanrı, her şey onun elindeyken ona gücüm yetmezdi. Gücüm bir tek ona yetmezdi. Bir kez daha güvenimin kırıldığını hissettim. Ufak ufak parçalarla alıyorlardı güvenimi, yavaş yavaş kemiriyorlardı... Aklıma lanet ettim, sonunu düşünmeden hareket ettiği için aklıma binlerce kez lanet ettim. "Artık ne yapacağımızı bilmiyorum."

"Tablo hareket ediyor." Aleron'un söylediğiyle sağıma baktım, daha önce oradaki tabloya hiç dikkat etmemiştim lakin hissetmiştim. Tablo gerçekten oradaydı ve hareket ediyordu, renkler birbirine girmiş kavga ediyorlardı sanki. Tüm ilgim bir anda oraya kaydı. Adımlarım tablonun tam önünde durdu, gözlerim incelemekten çekinmedi. Dikkatimi çeken bir unsur vardı... Yedi renk, yeşil, kırmızı, siyah, mavi, mor, turuncu ve sarı. Yedi.

"Şifre mi bu?" diye mırıldandım, sağ elimin işaret parmağını tabloya yanaştırdım. "Anais!" dedi Elroy, dokunmama müsaade etmeyeceğini anlayarak hızla tabloya dokundum. Artık hastanede değilim.

Yine sonunu düşünmedim.

Bunun yine bir önemi yoktu çünkü olan olmuştu. Gözümün önünü göremiyordum, soğuktu ve beton zeminin üzerinde oturuyordum. Korkuyordum. "Ne bu?" dedim ellerimi zemine koyarak kalkarken. "Oyun mu oynuyoruz şimdi de?"

Şaka gibiydi her şey, önce çekiyor sonra itiyordu resmen. Öfkem git gide kabarıyordu. "Hiçbir şey göremiyorum!" Lanet olsun hiçbir şey göremiyorum, bu ölüm gibi! "Şaka mı yapıyorsun?" Sesimin şiddeti git gide artıyordu, Tanrı her geçen saniye öfkemi harlıyordu. Bir ateş olsam şimdi, burada ne var ne yok yaksam; her şey yok olsa.

Bir ışık huzmesi önüme uzandığında geldiği yeri görmeye çalıştım, sonu karanlıktı. Daha fazla ne olabilirdi bilmiyorum ve bilmek istiyorum. Botumun topukları yere her temas ettiğinde toz bulutu oluştuğunu anlayabiliyordum. Burnum kaşındı, birkaç kere öksürmek zorunda kaldım. Burası her neresiyse bir leşten daha iğrençti. Yürüdüm, yürüdüm... Belki de bir saat boyunca bu iğrenç yerde yürüdüm ama ışığın kaynağına hâlâ ulaşamamıştım. Etraf mavimsi bir ton almıştı. "Oynayacağınız oyunun, bulacağınız ortamın..." Burnumu kaşıdım. Tanrı belasını versin diyemiyordum, Tanrı benimle uğraşıyordu. Tanrı benimle uğraşıyor! Her aklıma gelişinde sinirim bozuluyordu.

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now