Bölüm 16: Senaryoyu Baştan Yazıyorum

816 77 22
                                    

"Merhametim de dahil tüm duygularıma susturucu taktım, artık istedikleri kadar vurabilirler zira hiçbirini duymayacağım."

Elimde Elroy'un eli olduğunun bilincindeyim ama gözlerimi açamıyorum, zamanda yolculuk etmenin nasıl bir şey olduğunu ikinci deneyimleyişim ve temin ederim ki alışılacak gibi değil. Gözkapaklarım gözlerime yapışmış gibi. Elini tuttuğum elini yanındayım demek ister gibi sıktım, boştaki elimleyse gözlerimi ovuşturarak açmaya çalıştım. Gözlerim açılırken birkaç damla şakaklarıma süzüldü.

Şimdi o sinsi ruhu bulup zamandan sürgün edebilirim.

İpler bende ve artık gizlemek zorunda değilim.

Elimin tersiyle gözümde kalan yaşları temizleyip doğrulduğumda karnımda bir ağırlık olduğunu fark ettim, elimi attım ve avucuma intikal etmiş şeye baktım; zamanın gerisinde kalan hançerim. Tanrı beni gerçekten seviyor olmalı.

Elroy'un elini bırakmaya çalıştığımda huzursuzlanarak daha sıkı tutundu. Uyanmasını bekleyerek etrafıma bakındım, abimle Furkan'ı yan yana gördüğümde içimdeki kelebeğin atağa geçtiğini hissettim; kül olmaya yüz tutmuş kanatları harlanarak ruhuma çarptı. Canlı ve farklı görünüyorlardı ama hissedebiliyorum.

Yine de abimin ağır ağır inip kalkan göğsünü seyretmek inancımı tatmin ediyordu. Bir an evvel abimle en azından birkaç kelam etmek istiyordum, Elroy'un yanağına dokunup adını fısıldadım. Gözleri aralanıncaya dek tekrar ettim. "Orkidem..." diyerek uyandı, gülümsedim. "Nasıl hissediyorsun?"

Başını tutarak zar zor doğruldu. "Asıl şimdi ölü gibi hissediyorum."

Daha geniş gülerek elini bıraktım, nereye gittiğimi bildiğinden olacak sormadı bile. Yerde sere serpe uzanan bedeninin yanına oturdum, elimi bu kez de onun suratına koydum; avucumun altında sıcacık tenini hissetmeyi iki günde özlemişim. Esmer teni daha parlak, yüz hatları daha bebeksiydi. Saçları koyu kumraldı. Fazla değişmişti, benim gibi. "Abi uyan." diye fısıldadım, gözkapakları kıpraştı. "Korkuyorum."

Bu kelime abimin şifresi gibiydi, zor da olsa uyandı yine. Beni tanımayacaktı ama sesimi tanıyordu. Kısık yeşil gözleriyle yüzümü inceledi, tatlı tebessümümde oyalandı gözü. "Kimsin?"

Sesi çatallı çıktı, gözleri bir gözlerimde bir tebessümümdeydi. Bu gülüşü benden başkasında görmediğine eminim. Beni hatırlaması zor olmayacak. "Kaç kardeşin var?"

"Üç." Gülümsemeye başladığında yüzüm düşmüştü. Nasıl üç olur, ben tektim. Böyle bir karşılaşma beklemiyordum. "Mira." Sesindeki kuşların yüreğinden firar ettiği belliydi. Doğruldu, kollarını bedenime doladı. Farklı bedenlerde kavuşmanın garabeti içinde karşılık verdiğimde değişen tek şeyin bedenler olduğunu fark etmemek mümkün değildi, aynı sıcaklık, aynı sevgi, biraz da özlem. İnsan bedeni yalnızca özenle hazırlanmış bir kılıf.

"Yaşıyoruz." dedi hasretle, kavurucu ton yüreğime sıçradı. Bu zamana kadar bir sürü hayatım olmuş olabilir, belki bir sürü abim... Onun yeri hep bambaşka olacaktı, onunla yaşadıklarımı hiçbir şeye değişmezdim. Bizi başka hayatlarda, başka ölümler dahi ayıramazdı. Onun da bunları hissettiğini biliyorum. Biz birbirimizde çok başkayız.

"Artık bizi ölüm de ayıramayacak." Eli saçlarımı okşadı çoğu sarılışımızda olduğu gibi. Ayrılıp gözlerine baktığımda güldüm yine, zeytin yeşiliydi gözleri; içinde altın pırıltılar taşıyordu. Tanıdığım bedeninden çok farklıydı, sakallı iri kıyım adam gitmiş, daha standart bir vücutta çocuksu biri gelmişti. O da beni inceliyordu, iki gün yıllar gibi gelmişti; belki de zaman farklı işliyordu. Üstelik biz anlaşma yaparken akşam vaktiydi, şimdiyse güneş batmak üzere. 

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now