Bölüm 20: Birlik ve Savaş

390 29 4
                                    

"Yandığım kadar yakmadan ölmem."

Elbisesinin belindeki iple sandalyeye bağlandığında bazen dilini ısırması gerektiğini hatırladı ama öyle biri ki, bağlıyken bile tehditler savuruyordu. Kadınlarına güveniyordu, kendi ölecek olsa dahi bu gece tam yirmi bir kadını olmuştu; her birini bizzat eğitiyordu, içlerinden biri dahi tek planıyla iki erkeği alt edebilecek potansiyele sahipti.

"Kimsin, ormanın ortasında ne arıyorsun?" Çok güzel hakaretler savurabilecekken saygısını bozmamayı tercih etti. "Derhal beni bırakmazsanız ikiniz de öleceksiniz."

"Sorularıma cevap ver. Adın ne?" Anais, şu an yapabilse karşısındaki herifin saç tellerini ateşe verip yanan bedenine buzlu su atardı. "Cevap verecek misin?"

O otoriter ses beyin damarlarına sızdığında öfkenin gözlerini bürüdüğünü hissetti, yedi günahtan biri; öfke, Tanrı'nın hediyesi. Şehvetin kırmızı sinyalleriyle çakıştığında bağlı elleri kırılacak raddede gerildi. "Adın ne senin pis herif?" Sesinin sakin şiddeti ve eklediği hakareti adamı şaşırttı, aralanan dudakları cevap vermeye çekinir gibi oldu. "Elroy ben, senin adın ne?"

"Sana ne?" Saçları kahverengi olan adam yalnızca seyirci kalmayı tercih ediyordu, bir kadının bu denli cesaretine, cüretine ölesiye şaşırmıştı. Hatta işi kafasında kurgulayarak kadın görünümlü bu insanın bir erkek olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Aksine arkadaşı, onun bir kadın oluşundan ziyade herhangi birinin kendiyle böyle konuşmasına şaşırıyordu; son cümlesiyle donakalmıştı.

"Seni öldürmeliyim." dedi hayretle, dedi demesine lakin hiç içinden gelmiyordu; kadının karakterinde onu çeken bir şey olmuştu, ne olduğunu çözmeye uğraşırken konuşmakta zorlanıyordu. "Öldür o halde!" dedi Anais, gözlerindeki kararlılık Elroy'u dumura uğrattı. "Beyaz orkideye olan saygımdan öldürmeyeceğim." dedi çenesiyle kulağındaki gülü işaret ederek, Anais anlayamadı. "Ne orkidesi?" diye sordu, Elroy da onu anlayamadı; kulağındaki orkideyi göstermemiş miydi?

"Bu işte..." diyerek kulağından gülü aldı, kana bulansa dahi beyaz bazı yerleri kalmıştı. Anais iç dudağını ısırarak alayla güldü. Sert bir ifadesi, masum yüzü ve alaycı karakteri vardı... Kendine dahi ters düşüyordu. "Gül o... Öldürmemen için bir sebep yok."

Kendini ateşe atıyordu çünkü güçlü görünme derdindeydi, bir şeyler kanıtlamaya çalışıyordu; öyle olmasa bile ölümden korkmuyor izlenimi verip bir erkeğin öldürse dahi kazanamayacağını ispatlamak istiyordu. Bazen herkes gibi o da aptal olabiliyordu, neyse ki karşısındaki adam onu öldürmemekte kararlıydı. "Kimsin? Onu nasıl öldürdün?"

İşine gelene alaycı tavrıyla cevap vermekten çekinmedi: "Hançerini alıp boğazına sapladım, yüzüme fışkıran kanı öyle sıcaktı ki cehennemden fışkırdığını düşündüm..."

"Yeterli." diyerek lafını böldü. Anais'e kalsa sabaha kadar o anın şehvetini anlatırdı, Elroy da otoritesini dert etmese sabaha kadar sıkılmadan seve seve dinlerdi. Çünkü biliyordu o anın tadını, birini öldürdüğünde sıçrayan sıcak kan onun da hoşuna gidiyordu. Hele yoğun, yapışkan dokusu... "Daha önce de birçok kişiyi öldürmüş olmalısın."

"Tahmin edemeyeceğin kadar çok." Anais yolun sonuna geldiğinden emin olduğundan kaygısızca konuşuyor, Elroy da her kelimesini hevesle dinliyordu... Sesi ipek yorganların huzurunu aratmıyordu. Zihninin içinde cirit atan düşünceler âna çok zıttı. Bir kadın, ilk kez bir kadın ona sahte gelmiyordu; çevresindeki kasıntı kadınlar bir anda boş bir alana ayrılırken Anais'i onların karşısına yerleştirdi. Çekinmiyordu, hayır; bir erkek için yaşamadığı çok açıktı. O kendi ayakları üzerinde durabilecek bir kadındı. On sekizinci yüzyılda bu olağan dışı bir durumdu. Sesini ritminde tutmaya özen göstererek sorusunu yineledi: "Kimsin?"

GEÇMİŞİN RUHLARI: KAMELYAWhere stories live. Discover now