13/"Eskiden sen, benimdin."

1.7K 154 186
                                    

***

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

***

cuuuci

***

Melike günlerdir uyumuyordu. Günlerdir, Kemal'in nasıl olduğunu düşünmekten delirecek gibiydi. Kadın, adamın gölgesi usulcacık titrediğinde bile ağlayacak gibi olurken, birileri hiç acımadan canını yakmıştı yani, öyle mi? Düşündükçe nefesi daralıyor, kalbi sıkışıyordu. Babasının nasıl bu kadar gaddar olabildiğine akıl sır erdiremiyordu. Sanki Kemal'i hiç sevmemiş, evladı gibi hiç sahiplenmemiş, evinin içine kadar sokmamış, alıp sofrasına oturtmamış gibi; sanki adamın saçlarını hiç sevgiyle okşamamış, yüzüne gülmemiş, gözünün içine bakmamış gibi; sanki Kemal hiç ona evlat, Sinan'a kardeş olmamış gibi... Şimdi adama öyle derin bir düşmanlıkla öyle büyük bir kin besliyordu ki Melike bunun, Kemal için ölmekten beter olduğunun farkındaydı.

Babası, onu Sinan'ın mezarının yakınlarında görmeye bile tahammül edemiyordu. Saim Kırcalı'nın, adamın gövdesini çirkin bir böcek gibi topuklarının altında ezmek istediğini Melike gibi Kemal de biliyordu. Kadının asıl bilmediği şeyse, adamın bununla nasıl başa çıktığıydı. Bir insan, bir zamanlar derin bir sevgi duyduğu birinin ona karşı, üstelik haksız yere böylesi büyük bir nefret duymasına nasıl katlanır, bununla nasıl baş ederdi? Kemal'in içten içe kırıldığını, babasının yaptıklarına içerlediğini, üzüntüden kahrolduğunu tahmin edebiliyordu. Memleketinden uzakta geçirdiği tüm o zaman boyunca, kendini adamın yerine koymaya, onun ne hissettiğini bulmaya çalışmıştı. Bir insan, günün birinde babası gibi sevdiği biri tarafından canının alınacağını bile bile nasıl yaşardı?

Yaşar mıydı, Kemal o Allah'ın belası günden sonra bir gün olsun gerçekten yaşayabilmiş miydi, yoksa hep korkmuş muydu? Sahi, çok korkuyor muydu? Öylesine bir anın içinde, biriyle konuşurken, gülerken ya da öylece durup denizi, gökyüzünü, yıldızları seyrederken, aynada yüzüne her baktığında, bir çocuğun gülüşünü severken veya uykusunun en tatlı yerinde sıçrayıp uyandığında mesela... Hiç aklına gelmiyor muydu? Ne yapıyordu o zaman, isyan edesi gelmiyor muydu? Kaçıyor muydu, yoksa saklanıyor muydu? Kime sığınıyordu? Kemal'in kimsesizliği, Melike'nin hep içini sızlatmıştı. Galiba bu yüzden kadın hep, adama kimse olmak istemişti. Becerememişti gerçi; Melike, Kemal'e ev olmak isterken, yarasına yaren olmak, yalnızlığına ses, ömrüne nefes olmak isterken, hayat onları birbirlerinden uzağa savurmuştu.

Melike'nin kalbi, hep aynı yönü gösteren bozuk bir pusula gibi Kemal'e sabitlenmişti ama adam...

Sevda'nın varlığı yeniden aklına gelirken, kalbinde şiddetli bir ağrı duyarak nefes almaya çalıştı. Kadının, Kemal'i yalnız bırakmamış olmasını umut ediyordu ve bu bile, çaresizliğinin büyüklüğünü fark ederek ağlamak istemesine neden oluyordu. Melike her bir zerresiyle adama deli divane âşıktı ama ne kadar isterse istesin, yanında olması mümkün değildi. Kemal onu yanında istemiyordu ve aslında kadın, adamın sebeplerini anlayabiliyordu ama anlaması, o sebepleri kabullendiği anlamına gelmiyordu. Kabullenemezdi, kabullenmesi demek kendi varlığını, aşkını, tüm ömrünü yalanlaması demek olurdu.

MilatWhere stories live. Discover now