23/"Beni kendinle sınama."

731 56 17
                                    

***

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

***

algernonacicekler

***

Melike şimdiye kadar hep umuduna tutunmuştu. Gün gelip de babasının, Sinan'ın ölümüne Ali Kemal'in sebep olmadığını öğrenmesini öyle derin bir inançla beklemişti ki uzaktaymış, yalnızmış, kimsesizmiş; bunlar umurunda bile olmamıştı. Yedi yıl da olsa, on yedi yılda olsa sonunda Ali Kemal'e kavuşacağına öyle emindi ki döndüğünden beri yaşananları düşündükçe aptal bir umuda sımsıkı tutunmuş olduğunu fark ederek çaresizce kendine kızıyordu. Zaten başka kime kızabilirdi ki? Ali Kemal'e mi, babasına mı yoksa Sinan'a mı? Hayat, onları alıp öyle çetrefilli bir noktaya getirmişti ki Melike, suçu kimsenin üzerine atamıyordu. Eti kemiğinden ayrılsa da bu cehennemden sıyrılıp kurtulmasının mümkün olmadığını biliyordu. Buradan kurtuluş yoktu.

O da yanmayı seçmişti. Kalıp kül olmayı... Babasıyla Ali Kemal arasında bir seçim yapabileceğini sanmıyordu. Yapamazdı. İstemiyordu da zaten. Olaylar öyle amansız bir şekilde aleyhine gelişiyordu ki iki adam arasındaki husumeti sona erdirmek için çırpındıkça yitip tükeneceğine iyiden iyiye emin olmaya başlamıştı. Kan döküleceği muhakkaktı, hele bir de İshak Reisoğlu'nun günlerinin sayılı olduğu düşünülürse ama belki de babasıyla sevdiği adam arasındaki düşmanlığın kurbanı, herkesin beklediğinin aksine Ali Kemal değil de kendisi olurdu; kim bilir. Bu düşüncenin onu ürpertmesini beklerdi, korkutmasını, tedirgin etmesini. Ruhunu şöyle bir yokladığında, bu duyguların hiçbirinin değil kendisi esamesinin bile okunmadığını fark ederek yorgunca gözlerini kapattı.

Yedi yıl boyunca, pamuklara sarıp gözünün içine bakarak, özenle, ihtimamla nadir bulunan bir çiçek gibi yeşerttiği umut, yerini derin bir yorgunluğa, hatta hayal kırıklığına bırakmıştı. Artık ne için çabaladığından bile emin değildi. Gülüşü, dudaklarında siyah bir kelebek gibi kıpırdandı. Sırtı ona dönük, elleri ceplerinde, derin düşüncelerin girdabında kaybolarak pencereden bahçeye bakan adamı izlerken, gözlerinin dolduğunu fark ederek dudaklarını usulca araladı. Nefes almak... Değil, Ali Kemal'i dünyanın geri kalanından saklamak istiyordu. Adamı, kirpiğine değen rüzgârdan bile sakınmak istiyordu. Keşke Ali Kemal'i, yeryüzündeki hiçbir kötülüğün ona ulaşamayacağı bir yere götürebilseydi. Adamın sırtının kendisine dönük olmasından faydalanarak, dolan gözlerinden yaşların akmasını engellemek istercesine elleriyle yüzünü kapattı.

Şu haliyle öyle çaresiz görünüyordu ki toparlanmaya çalışarak derin bir nefesle omuzlarını geriye itti. Bir an sonra, Ali Kemal'in bakışlarını üzerine çevirdiğini fark ederek dudaklarını birbirine bastırdı. Gülüşü, ağzının kenarına paslı bir bıçağın ucuyla çizilmiş belirsiz bir yara gibi incecik kanıyordu sanki. Adamı alıp her şeyden uzağa getirmişti ama düşüncelerinin sebep olduğu enkazdan bir türlü çıkamıyordu. Oysa elinde, bu andan başka hiçbir şey yoktu. Onu odasının kapısında gördüğü ilk andan beri neler olup bittiğini anlamaya çalışan adama bakmayı sürdürürken, sesini kontrol etmeye çalışarak "Bana doğru bir adım bile atmayacak mısın?" diye mırıldandı.

MilatWhere stories live. Discover now