9/"Sessizliğin epeyce gürültülü."

2K 157 161
                                    

***

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

***

nekedisiznekitapsiz

***

Melike, boşluğa diktiği gözlerinin dolduğunu fark etmeden sessizce nefes aldı. Gün gelip de Kemal'e, hayatında kendisinden başka bir kadın olduğunu söyleyeceği, üstelik adamın buna itiraz dahi etmeden, edemeden, bakışlarını kaçırarak başını önüne eğeceğini söyleseler büyük ihtimalle gülüp geçerdi. Hatta belki daha güzelini yapar; ılık bir meltem gibi, böyle hafifçe şıngırtılı, incecik, neşeli bir kahkaha savurur, orada olduğunu bilmeden gülmeye, konuşmaya ya da belki sadece susmaya devam eden adamı uzaktan uzağa izler; zamanın, onlara hiç değmeden, onları hiç eskitmeden, onların dışında bir yerde akıp gittiğine dair inancına daha sıkı tutunurdu. Çünkü öyleydi, çünkü onlara hiç kötü bir şey olmayacaktı, çünkü onlar asla ayrılmayacaktı. 

Buna öyle kati bir inanç duymuştu ki; çok uzun zaman, yaşı kadar, aşkı kadar, hatta belki dünya henüz kurulmamışken, zaman denilen şeyden bile evvel, yani Kemal'le asla ayrılmayacaklarına dair inancı öyle kati bir inançtı ki içinde kadim bir dine benzemişti. Bu nedenle, şimdi ne halde olduklarını düşündükçe ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Adam tarafından unutulmak, sadece ihtimalken bile onu öldürebilecek bir şeyken, gerçek olmuştu. Sanki Kemal karşısına geçmiş; ruhunu, bir kâğıt gibi boydan boya yırtıp ikiye ayırmıştı. Yalnız ruhu değil, acısı da ikiye ayrılmış, katlanıp çoğalmıştı. Onu çoğaltan bu acının içinde bile, Kemal'i sevmekten vazgeçemiyordu. Sanki onu unutması için gerekli olan şeyi, benliğine eklemeyi unutmuşlardı.

Sonra da onu öylece dünyaya göndermişlerdi. Şimdi, adamın ondan başka bir kadına ait olduğu bu zehir zemberek zamanlardan sağ salim çıkması nasıl mümkün olacaktı?

Bir damla dahi olsa, yaşların yanağından akıp gitmesine engel olmak istercesine gözlerini bir anlığına açıp kapatırken, sessizce iç çekti. Bu haliyle ne kadar kırgın, üstelik yürek burkacak kadar da hüzünlü göründüğünün farkında değildi. Olsa, usulca dudağının ucuna gücenik bir tebessüm yerleştirir, bakışlarını da sonunda daldığı yerden çekerek Selman'a çevirirdi. Onun yerine, parmaklarını nazikçe boynuna sardı; nefes almasını engelleyen bir şeyler vardı. Eskiden Kemal'in gözlerine bakarken, ciğerleri gök gibi genişlerdi; şimdi o da çare olmuyordu. Selman'la göz göze geldiğinde, sessizliğini telafi etmek istercesine gülümsedi. Kendi canını da acıtmak pahasına Kemal'e açıkça meydan okuduktan sonra, bir şey söylemesine fırsat vermeden hızla odadan çıkmıştı.

Selman da, biraz olsun aklını dağıtmaya yardımcı olmasını umut ederek onu alıp buraya getirmişti. Geldiklerinden beri de sessizce Melike'nin derin bir kederle ince ince harelenen yüzünü izlemeye devam etmişti, o konuşmadıkça konuşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Sonunda kadın, omuzlarını geriye iterek duruşunu düzeltirken, gürültüyle iç geçirir gibi derin bir nefes alıp "Canını sıkıyorum, değil mi?" diye sordu. Ardından, bunun kabullenmesi gereken bir suç olduğunu düşündüğünden, usulca tamamladı. "Susarak..."

MilatWhere stories live. Discover now