19/"Yalnızlık kederi koyultur, Ali Kemal."

869 83 52
                                    

***

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

***

hyacinthumnocte

***

Gözlerini kapatarak, kendini hızla yüzüne vurup geçen rüzgarın serinliğine bırakmayı denedi. Yıllar var ki, bir paçavraya dönmüş olmasını dahi umursamadan ruhunu, kuyruğuna teneke bağlanmış bir sokak köpeği gibi çaresizce peşinden sürüklüyordu ya bunca avareliğin sonunda, hiç değilse düşüncelerinin kıskacından kaçıp kurtulmayı başarabilseydi. Belki o zaman her şey daha kolay olurdu. Belki o zaman Melike'ye bakarken, onun mavi gözlerinin sonsuz derinliğinde yükselmek istercesine ipsiz bir uçurtma gibi göğüs kafesine baskı yapan ruhunu gövdesinde tutmak için böyle, kendini parçalarcasına çabalaması gerekmezdi. Belki o zaman, kadının gözlerinde her defasında daha parlak bir ışıkla yansıyan umut, canını bunca derinden yakmazdı. Belki o zaman, bileklerindeki prangaların ağırlığından kurtulup kadına koşması mümkün olurdu.

Aklından geçen son düşünce, dudaklarında buruk bir gülümsemeye neden olurken, kırgınca başını iki yana salladı. Bu söylediğini, rüyasında görmeye bile hakkı yoktu. Gel, diyemezdi. Gidelim buralardan, her şeyi arkamızda bırakalım Melike, diyemezdi. Seni öyle çok özledim ki yokluğunun ateşinde kül oldum, diyemezdi. Melike seni öyle çok özledim ki tükendim, yitip gittim, kayboldum da diyemezdi. Hiçbir şeyi umursamadan, kadına öylece ellerini uzatamazdı. Acıyla gülümserken, derin bir nefesle içinden kendini düzeltti. Bir kez cesaret etse, Melike'nin hesapsızca ellerinden tutarak karşılık vereceğine adı gibi emindi. En çok korktuğu şey de buydu. Kadına yeniden tutulmak; güzelliğine, cesaretine, onun aksine umut etmek konusundaki muazzam iyi niyetine kanıp, sanki dünya üzerindeki tek gerçek buymuş gibi ona olan aşkından gayrı her şeyi inkar etmek, her seferinde gözüne öyle kolay görünüyordu ki kendinden korkmaya başlamıştı.

Oysa en zorunu, çoktan atlattığını düşünüyordu. Şimdiye kadar Ali Kemal, nasıl bir derde talip olduğunu bildiğini sanıyordu. Melike'nin yokluğu, bir cehennem gibi göğsünün ortasına kurulmuştu; adam yıllardır, o cehennemin içinde debeleniyordu. Her seferinde canından can götürüyor olsa da Saim Kırcalı'nın nefretinden sağ çıkmıştı. Sinan'ı kaybetmişti, Sinan'la birlikte neredeyse her şeyini kaybetmişti. Üstelik Melike aksine inanmayı ne kadar isterse istesin, ölümü Saim Kırcalı'nın, yani babası yerine koyduğu adamın elinden olacaktı. Düşününce, tüm bunlar zaten yeterince zordu ama Kemal, henüz en zoruyla sınanmadığını yeni yeni anlıyordu. Melike'nin yokluğu, adamın hayatını gerçekten cehenneme çevirmişti ama şimdi... Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Acıdan delirmesi mümkün olmamıştı; hayat ona bu kadar merhameti bile çok görmüştü ama şimdi, kadın uzansa dokunabileceği kadar yakınındayken ondan uzak durmaya çalışmak, öylesine büyük bir hata gibi geliyordu ki aklının içinde bir kara deliğin açıldığını hissediyordu.

MilatWhere stories live. Discover now