25/"Yüreğin yetiyorsa, kovarsın."

673 58 28
                                    

***

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

***

aleynaodevv

***

Melike oturduğu yerde bir taş gibi kıpırtısızdı. Sanki zaman, bir fotoğraf karesinde donup kalmıştı ve kadın da böyle, yanıp yıkılmış bir savaş meydanında kimsesiz kalmış yalnız bir kız çocuğunun korku dolu, çaresiz, tedirgin bakışlarıyla o anın içinde hapsolmuştu. Benliğinden sıyrılıp zamanın dışına, bu yangının onu yakalayamayacağı bir yere kaçmaya çalışmış ama galiba görünmez bir el tarafından saçlarından yakalanmıştı. Sonra da savrulmuştu. Kül gibi... Ansızın etrafını saran yangın gövdesine sıçramış; parmak uçlarından, kirpiklerinden, saçlarından başlayıp tutuşmuş; sanki derisi soyulmuş, sonra tekrar soyulmuş, sonra tekrar ve en sonunda ateşler ruhunu dip köşe sarmıştı.

Şiddetli bir yangından geriye ne kalırsa, kadın da işte o kadardı; yana yana taş kesilmiş gibiydi.

Olanca şiddetiyle ansızın göğsüne saplanan acı öyle büyüktü ki bir türlü kendine gelemiyordu. Aklı düğüm düğüm olmuş, sökülmüş bir yumak ip gibi karışmıştı. Zaman, tüm bu karmaşanın içinde şaşkınca kalakalan kadını kendi haline bırakmıştı. Yaşadığı acı ve çaresizlik öyle keskindi ki sanki zihni, irili ufaklı binlerce parçaya bölünmüştü. Melike sanki benliğinden firar etmiş, acının dahi ona ulaşamayacağı yerlere ulaşmak isteyerek koştukça koşmuş, sonunda yine kendine varmıştı. Kaçtığı acımasız gerçeklerin tam ortasına... Şimdi, bu kıyametin ortasında öylece durup beklerken, içinde bir şeylerin, aklını yerinden kazımaya başladığını hissediyordu.

Oysa delirmenin bile ona çare olamayacağı bir yerdeydi; aklı sanki deşilmiş taze bir yara gibi damla damla kanayıp yere akıyordu.

Orda, camın önünde, yaşadığı kaybın acısıyla sanki rengi solmuş, canı çekilmiş, yapayalnız kalmış, hüzünlü ve çaresiz bir kadın vardı. O kadın Melike değildi ki. Bunlar gerçekten yaşanmıyordu. Bunlar gerçekten yaşanıyor olamazdı. Yani şimdi kimsesi kalmamış mıydı gerçekten? Annesinin yokluğunu babası ve ağabeyiyle telafi etmişti. Annesi ayrıntıları belirsiz, solgun bir hatıradan ibaretti. Kadın rüyalarında bile buğulu yüzüyle etrafında uçuşup duran yaldızlı, esrarengiz bir boşluk – belki de bir kuyruklu yıldız – gibiydi. Melike, bu yaşına kadar adını koymakta zorlandığı bir şeylerin hasretiyle yanıp tutuşmuştu. İçinde bir boşluk büyütmüştü ya da belki içinde bir boşlukla büyümüştü; bilemiyordu.

Bazı sabahlar göğsünün altında derin bir sızıyla uyanır, daha gözlerini açmadan rüyasından bir kuyruklu yıldızın kayıp gittiğini bilirdi.

Annesinden sonra Sinan... Suç ortağını kaybetmenin acısıyla baş etmek için babasıyla Ali Kemal'e sığınmıştı. Üstelik sonrasında yaşananlar düşünüldüğünde, Sinan'ın yasını tamamlayamadığını şimdi daha iyi anlıyordu. Bunca kayıpla kalbinden de ancak bir tamamlanmamış yaslar mezarlığı yapılabilirdi. Belki... Zira kalbinden geriye bir şey kalmış mıydı, emin olamıyordu. Camın önünde duran, bu rengi solmuş, canı çekilmiş, yapayalnız kalmış, hüzünlü ve çaresiz kadın o muydu gerçekten? Avazı çıktığı kadar bağırmak istedi bir an. Bir kıyamet gibi içinde hapsolduğu bu karanlık boşluğa tırnaklarını geçirip zamanı yırtmak, bu cehennemden kaçmak istedi.

MilatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin