18/"Dila şimdi üzülmüyor mu?"

1.2K 100 44
                                    

***

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

***

AycaKavraz

***

Melike, Sinan'ı Ali Kemal'in pusuya düşürdüğüne hiçbir zaman inanmamıştı. Yedi yıl olmuştu, neler geçip gitmişti ama kadın, bir kez olsun durup Kemal'in böyle bir şey yapabileceğine ihtimal vermemişti. Aslında babasının da buna öylece inanmadığını tahmin edebiliyordu. Araştırmış olmalıydı. Onu aksine inandıracak herhangi bir ipucu için iğneyle kuyu kazmış olmalıydı ama nasıl olduysa her şeyin sonuna Saim Kırcalı, Ali Kemal'in oğlunu pusuya düşürdüğüne ikna olmuş, akabinde de yüreğini karartan kahrolası öfkesiyle adamı öldürmek için yemin etmişti. Bugün değilse yarın, babasının ahdinden dönmeyeceğini Ali Kemal gibi Melike de biliyordu.

Ancak bildiği başka bir şey daha vardı. Ali Kemal'in ondan uzakta, hatta bir başkasıyla hayatına devam etmesine bile razı gelebilirdi ama gün gelip de babasının ellerinde can vermesine, yerle gök kavuşsa razı gelemezdi. Sadece düşüncesi bile delirecek gibi olmasına neden oluyordu. Ali Kemal değil babasına silah çekmek, yan gözle bakmaktan bile imtina ederken, adama karşı gelmeyi aklının ucundan geçirmezdi. Daha önce yapmamıştı. Ne geçen gece ne de Saim Kırcalı'nın, amansız öfkesiyle karabasan gibi üzerine çökerek alnına hiç düşünmeden silahını dayadığı o gece... Melike ağlamış, çırpınmış, yalvarmış, babasını vazgeçirmek için her yolu denemişti ama Ali Kemal ne ağzını açıp bir şey söylemiş ne de başını yerden kaldırmıştı.

Kendini savunmasının bile Ali Kemal için zül olduğunu tahmin edebiliyordu. Ondan nasıl şüphe edebildiğine şaşırarak içten içe Saim Kırcalı'ya kırılmış olmalıydı. Babasının adamdan şüphe ediyor olması, geçip giden bunca yıla rağmen Melike'nin bile hala kalbini kırıyordu. Kaldı ki Ali Kemal, Saim Kırcalı'yı babası gibi sevip saymış, Sinan'dan fazla hürmet göstermişti; hala dahi gösteriyordu. Saim Kırcalı, henüz kimsesiz, kara, kavruk bir çocukken Ali Kemal'i alıp onu bir yere ait kılmıştı. Ali Kemal sırf bu sebeple bile babasına öyle derin bir minnet duyuyor olmalıydı ki alnına silah dayadığında bile kılı kıpırdamıyordu ve bunu bilmek, Melike'yi kelimenin tam anlamıyla kahrediyordu.

Eğer o da bir şey yapmazsa, Ali Kemal bu dünyadan sessizce göçüp gidecekti. Sanki hiç yaşamamış, hiç var olmamış gibi... Sanki hiç bu şehrin ışıklı caddelerinde yalınayak koşturmamış, kırmızıya dönen trafik lambalarını fırsat bilerek rüyasında bile göremeyeceği lüks arabaların camlarını silmeye çalışmamış, korkuyla göğsünü döven kalbi nefes almasını zorlaştırırken gözüne yenilmesi güç birer canavar gibi görünen polis memurlarından saklanmak için küçücük gövdesiyle duvar arkalarına sığınmamış, tozlu kaldırımları yatak yıldızları yorgan yapıp köprü altlarında uyumamış gibi...

Sanki hiç serin bir eylül akşamında hafifçe çiseleyen yağmur altında elleri ceplerinde, dudağında serseri bir ıslık amaçsızca sokaklarda dolaşmamış, onu nereye gittiğini bilmeden geceler boyu yürüten amansız bir sevdayla kendini yollara vurmamış, çaresizce sokağın ortasında ağlamaya başlamamış, içtiği bir gecenin sonunda bağıra çağıra şarkı söylememiş, hiç kavga etmemiş, hiç yara almamış, hiç kızmamış, küsmemiş, küfür etmemiş, yüzünde sevdalı bir gülümsemeyle sevdiği kızı hayal ederek uykuya dalmamış, bedenine fazla gelen derin bir heyecanla sevdalandığı kızın yanında yürürken birden adımlarını hızlandırarak önüne geçip gözlerini gözlerinden ayırmamak için geri geri yürümemiş, aynı yolun ortasında sevdasını kalbine sığdıramıyormuş gibi bağıra çağıra sevdiğini ilan etmemiş gibi...

MilatWhere stories live. Discover now