18. BÖLÜM - OYUN BİTTİ

656 85 22
                                    

Prenseslerle beraber ok meydanındaydık. Her hafta yapılan düzenli antrenmanlardan birindeydik. Bu hafta ok talimi yaptıktan sonra Prensler ve Prensesler olarak iki gruba ayrılacak ve büyükçe bir alanda yarışacaktık. Oyunumuzun adı ise bayrak kapmacaydı.

Gökyüzü bomboş olduğu için etrafı aydınlatacak hiç bir şey yoktu. Bu yüzden biraz büyüyle yapay bir ışık topu oluşturmuştuk. Ok meydanını sanki Güneş tepedeymişçesine aydınlatıyordu.

Dört Prenses yan yana dizilmiş, elimizde ok ve yaylarla karşımızdaki hedefe nişan almış işareti bekliyorduk. Bir gözümü kapatıp düzenli nefes alış verişimle hedefi tam on ikiden vurmak için odaklanıyordum. Gözümü o küçücük kırmızı noktadan ayırmıyordum.

Ok atmayı birkaç hafta önce herkesin uyuduğundan emin olduğumuz karanlık bir günde buraya gizli gizli gelip hatırlatmışlardı bana Elio ve Davin. Elio'nun dediğine göre hiçbir zaman ok atmakta başarılı olamamıştım. Ben daha çok kılıç kullanmakta iyiymişim. Bu yüzden o küçük kırmızı noktaya olabildiğince odaklanmaya çalışıyordum.

Davula benzeyen sesiyle gelen işaretle birlikte oku bıraktım. Kendi hedef tahtama bakmadan önce diğerlerininkine baktım. Üçü de tam on ikiden olmasa da hedefi vurmayı başarmışlardı. Hallerinden memnun görünüyorlardı. Kendi hedef tahtama baktığımda ise oku göremedim. Gözümü kısıp daha dikkatli baktığımda arkadaki ağaçlardan birine saplanmış olduğunu gördüm. Bunun üzerine utançla omuzlarımı düşürüp sustum.

"Ok ve yay kullanmayı bilmeyen bir Ay Prensesi mi?" dedi Kale dalga geçerek.

Bir hışımla ona doğru dönüp delici bakışlarımı sundum. Kale'in arkasında duran Elio kaşlarını kaldırıp "yapma" dercesine başını iki yana salladı.

Ay Prensi'ne karşı daha dikkatli olmakta karar kılmıştık. Onu kışkırtmamalı ve gerekirse de suyuna gitmek için her şeyi yapmalıydık. Birilerine bir şeylerden bahsetmiş gibi durmuyordu. Neden sustuğunu bilmiyorduk fakat konuşması an meselesi olabilirdi.

Yaklaşık bir saat daha çalıştıktan sonra oku hedef tahtasına isabet ettirebilmeyi başarmıştım. En köşesine tabi ki. Ama ben bunu büyük bir zafer olarak görüyordum ve göğsüm kabarık bir şekilde kendi Prenslerime doğru döndüm. Davin hafif bir tebessümle bana göz kırptı. Elio da genişte gülümseyerek başparmaklarını havaya kaldırmış başıyla beni onaylıyordu. Onları böyle görünce daha da gülümsedim. Aramızın düzelmesine sevinmiştim. Daha doğrusu düzelmek zorunda kalmıştı.

"O halde oyuna başlayalım, ne dersiniz?" dedi Pyro.

Hepimiz onu onayladıktan sonra savaş aletlerimizi seçmek üzere silah mahzenine doğru ilerlemeye başladık. İçeri girdiğim an ona doğru ilerledim. Elime tam oturan, oldukça keskin ve büyük bir kılıcı elime aldım. Kılıç daha kapıdan girer girmez bana göz kırpmıştı. Kana susamış bir edayla beni çağırıyordu. Ayaklarıma engel olamayarak ona doğru atıldım. Elime aldığımda ise müthiş bir güç hissetmiştim. Sanki yenilmezdim bununla. Bu kılıç elimdeyken beni kimse alt edemezdi.

Büyülenmiş bir şekilde kılıcın keskin yerinde parmaklarımı dolaştırırken Davin yanıma geldi. "Kendini değil, bizi kanatman gerekiyor onunla," deyince fark ettim ki kılıç hafiften parmak ucumu kesmişti. Gerçekten de kana susamış gibiydi.

"Ah," diyip hemen elimi kılıçtan çektim. Refleksle kanayan parmağımı ağzıma götürdüm. Kanın metalik tadını alınca yüzümü ekşittim.

Bu halimi gören Davin kıkırdadı. Nadiren gülüyordu ve bu anları yakalayınca benim de gülesim geliyordu. O gülünce sebepsiz yere mutlu oluyordum.

Gökyüzü'nün İçinde - 1    (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now