28.Bölüm • Avcıların Merhameti

19.2K 1.6K 158
                                    

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Pjotr'un arkasından şaşkınlıkla bakan Darya, üzerindeki kürkü bir çırpıda çıkardı ve yere attı. Sarı saçlarını silkti. Ne olduğunu anlamamıştı. Her şey bir anda gerçekleşmişti. Bunlardan ziyade aklına takılan şey, "Seni artık korumayacağım. Yeminimi atıyorum. Sana zarar vermeye kalkışanlara zarar vermeyeceğim. Artık serbestsin," demesiydi. Bu ahmağın neyden bahsettiğini anlayamıyordu. Aslında kısmen anlamıştı lakin bunu kendine bile söyleyemiyordu.

Bunu yaptığı için içinden bir küfür mırıldandı ve yerde kara bulanmış kürkü eline alıp kıpırdandı. Kürkü üzerine giydi. Saraya doğru yol aldı.

Düşünceler beynini kemiriyordu. Her gün bir şaşkınlık yaşıyordu. Bir normal günü bile yoktu. Ve bu onun oldukça sinirine dokunuyordu.

Karanlıkta yolu bulmak epey zordu. Issız bir ormanda, gece gece, ayrıca elinde tek bir ışık dahi yokken, bastığı her adım ona zehir gibi geliyordu. Zifiri karanlık bu korkuyu yükseltiyordu. Ağabeyi de gitmişti. Geriye bir tek soğuk ve o kalmıştı.

Hızla yürümeye devam ettiği sırada arkadan birkaç ses geldi. Ortalık daha fazla ürkütücü bir hal almaya başladı. Sesler derinleşti. Arkadan gelen her adım, kurumuş yaprak hışırtıları ile birlikte geliyor, sesler daha fazla çoğalıyordu.

Darya arkasına baktı ancak bu karanlıkta kendini bile göremiyordu. Orman karanlığı farklıydı. Sesin olup görüntünün olmaması o kadar iğrenç ve korkutucu bir durumdu ki... Kendine bir küfür etti. Kral Lev ile birlikte gitmeliydi. Zaten Pjotr'un ona zarardan başka hiçbir şey verdiği de yoktu.

Arkasına bakmayı kesti ve gözlerini kısarak önüne baktı. Önünde de pek bir şey görünmüyordu ancak en azından ağaçların sık olmadığını gördüğü kesindi. Bu onun kaçma olayını kolaylaştırırdı.

Sesler iyice yükselirken ardına bakmadan koşmaya başladı. Birkaç dal önüne çıktı ama onları umursamadı, sadece kaçmaya devam etti. O ne kadar kaçarsa kaçsın arkadan gelen ayak sesleri onunla birlikte daha fazla hızlanıyordu.

Deri eldivenli elleriyle, uzun cüppesinin ucunu beline bağladı; bu, koşmasını kolaylaştırdı, cüppe bacaklarına dolaşıp durmuyordu şimdi. Kaçtıkça kaçtı. Birkaç dakika böyle sürdüğünde artık yorulmuştu. Yardım için çığlık atmak istiyordu ancak eğer bunu yaparsa kendisine zarardan başka bir şey dokunamazdı. Çünkü ortalıkta kimse ama kimse yoktu. Dermanı kalmamıştı ve ayakları sızlamaya başlamıştı. Tamamen çaresizdi.

Artık onu bu şekilde yoran her neyse öğrenmek istiyordu. Durmak zorundaydı. Her ne kadar koşsa da elbet yakalanacaktı, bunu biliyordu. Eli, kılıç kınına gitti ancak çok az şey öğrenmişti. Öğrendiği birkaç şeyle kimseyi yenemezdi. Korkuyordu. Korkusu düğüm düğüm ayaklarından başucuna doğru ilerliyordu; nefes alış verişleri artıyordu ve tanrılardan, tanrıçalardan içten içe yardım diliyordu.

YÜKSELİŞWhere stories live. Discover now