35.Bölüm • Acımasız Dövüş

16.5K 1.5K 654
                                    

Bana göre biraz aksiyonlu bir bölüm oldu. Ve ne kadar garipseseniz de Pjotr'u seviyorum ya. Her neyse... Ders çalışmayı falan bırakıp oturdum, sizin için bölüm yazdım. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı esirgemeyin. Görüşürüz ♥

Kral Lev diğerleriyle beraber atıyla ilerlerken, boynundan köprücük kemiklerine uzanan bir boşluk hissetti. Bu boşluğun ne demek olduğunu biliyordu. Annesinden ona son kalan, eski kraliçe Anastasia'nın yadigârı olan gümüş kolyenin eksikliğiydi bu. Atını yavaşlattı ve atını tutan bir elini boynuna götürdü. Gerçekten de yoktu.

Kolye yoktu!

Hissettiği telaş damgası atından aşağıya indi ve meşale ile yürüyen bir kızın elinden meşaleyi hızla aldı. Kız irkildi ama birkaç saniye sonra bu irkilmenin yerini saygıya bıraktı; reveransını yaptı.

Kral Lev boğazını temizledi ve halkına, "Siz gidin. Ben geri döneceğim," diye bağırdı, pek de kibar olmayan bir ses tonuyla.

Muhafızlarını yollayabilirdi ancak buna gerek yoktu. Yalnızca geri dönüp, kolyesini bulacaktı.

Kral Lev tekrar atına bindi. Elinde meşale ile ata binmesi biraz sıkıntılı bir durum olmuştu fakat birkaç dakika sonra atına da kendine de zarar vermeden ata binebilmişti. Atı dörtnala vurduğunda elindeki ateş geriye doğru savruldu, tıpkı saçları gibi. Ateşin rüzgârdan dolayı sönmemesi için atını biraz da olsa yavaşlattı.

Aklındaki soru kolyeyi orada nasıl bulabileceğiydi. Onu gerçekten bulabilecek miydi? Gerekirse her yeri didik didik edecekti ya da muhafızlarını çağıracaktı ve bulacaktı onu. O kolye annesinindi. Onu kaybedemezdi.

Ağzının içinden bir küfür geveledi. Yeniden ormanın içine girdiğinde atını durdurdu ve atından indi. O kadar hızlı inmişti ki kesilen bacağı ve yaralanan birkaç yeri sızlamıştı. Kolyeyi asla boynundan çıkarmazdı. Muhtemelen düello yaparken düşürmüştü. Onu hemen bulabilmesi için Katiyaslavi'ye dualarını iletti.

Atını bir ağaca bağladıktan sonra meşalesiyle beraber ilk önce söndürülmüş, dev gibi köz odunların etrafına baktı. Ancak yoktu. Yere atılmış yemek artıkları ve küllerden başka hiçbir şey yoktu. Bu, tüylerinin daha fazla diken diken olmasını sağladı.

Odunların etrafını arayıp bulamadığında yürüdü ve başka tarafa yöneldi. Eğildi; ayaklarıyla bir yandan toprağı eşeliyor, bir yandan da gözleri ile her yeri arıyordu.

Ağaçların oradan yaprakların hışırdama sesi geldiğinde baştan aşağı ürperdi ve istemsizce sesin geldiği tarafa baktı. Görünürde herhangi bir şey yoktu, lakin orada biri olduğu kesindi. Aramayı bıraktı ve meşalesiyle beraber sesin geldiği tarafa doğru adımlarını attı. Adımları biraz korkuluydu. Ancak tereddütlü değildi.

Sesler devam ediyor, ağaçların sallanması artıyordu. Bu, Kral Lev'i daha fazla korkutuyordu.

Kral Lev nefes alış verişini sakinleştirmek adına derin bir nefes aldı ve başını kaldırdı. Gerilimi her saniye artıyor, bu kaçıp gitme isteği uyandırıyordu. Artık orada kim varsa bir an önce çıkmasını umuyordu. Bu şekilde daha fazla çıldırıyordu.

Olduğu yerde kaldı. Birkaç saniye bekledi.

Ancak bu beklemesi, sırtının bir anda arkasındaki ağaca çarpmasıyla son buldu. Ağzından büyük bir inleme koptu.

Biri onu sertçe ittirmişti!

Kimin ittirdiğini görmek için gözlerini bile açamıyordu şu an. Acı içindeydi. Ciğerlerinin zarar gördüğüne yemin edebilirdi. Midesi resmen ağzına gelmişti.

YÜKSELİŞWhere stories live. Discover now