37.Bölüm • Şifacıların Yeteneği

16.2K 1.3K 187
                                    

Sergei, kadının çığlığını tamamen duymazdan gelerek kendini toparladı ve efendisinin yanına koşarak gitti. Derin bir nefes aldı ve yutkunmaya çalıştı. Fakat yutkunamadı. Kral Lev'in haline bakılınca yutkunmak pek mümkün olmuyordu.

Çimenlerin üzerine çömeldi ve Kral Lev'in yarısı kan ile kaplanmış suratına baktı. Kanın kaynağı şakaklarıydı. Kafasını elleriyle kaldırdığında kafasının da kanadığını fark etti. Dudağı patlamış, elmacık kemiği yaralanmıştı. Yüzünde çizikler vardı.

Sergei, Kral Lev kendine gelsin diye yüzüne birkaç tokat indirdi.

"Majesteleri," diye fısıldamaları da fayda etmiyordu.

Yelena'nın tam arkasında durup resmen ağıt yaktığını hissetti. "Yaşıyor mu? Yaşıyor mu? Bak!" diye yüksek sesle söylendi Yelena.

Bunun üzerine Sergei derin bir nefes alarak kendini olacaklara hazırladı. İşaret parmağı ile orta parmağını birleştirdi ve parmaklarını Lev'in nabzına koydu. Teninde hareketlilik hissedince tuttuğu soluğunu yavaşça verdi ve huzurlu gülümseyişini Yelena'ya da sergiledi. "Yaşıyor," dedi.

"Sergei," dedi Yelena, hâlâ endişeli biçimde. Telaşı gözlerinden okunuyordu. "Git, hemen buraya getirdiğimiz şifacıları bul. Hem de hemen!"

Müstakbel kraliçenin bu emri üzerine Sergei ayaklandı ve elindeki meşaleyi daha sıkı tutarak hızlıca ağaçların arasında yürümeye başladı. Bu sırada kalbinin hala küt küt attığını hissedebiliyordu. Büyük bir korku damgası tüm bedenini sarmıştı.

Katiyaslavi'ye dileklerini iletmek için sağ elini yukarıya tuttu ve avcunu açtı. "Tanrıçam, izin verin, lütfen... Lütfen kralımız kurtulsun."

Bunları derken gerçekten üzüldüğünü fark etti. Kral olmazsa... Düşünmek bile istemiyordu. Dışarıdan, diğer ülkelerden gelen o kadar saldırıyı kim bastıracak, hain planları kim öğrenecekti? Bunu Kral Lev kadar iyi yapan kimse yoktu. Aynı zamanda o, Sergei'nin ailesi gibiydi. Bazen müşavirden çok bir arkadaş gibi hissediyordu kendisini ona karşı. Çünkü o hissettiriyordu.

Ona bir şey olmaması için elinden gelen her şeyi yapardı.

Meşale tutmayan elini yanağına siper ederek yüksek sesle, "Elena, Irina!" diye bağırdı.

Uzaklardan bir kadın sesi geldi. "Lordum!"

Sergei rahatlamıştı. En azından birini -henüz bulamasa da- duymuştu. Bu onu rahatlatmıştı. "Hemen gelmeniz gerekiyor! Ben güney tarafındayım!" Sergei'nin sesi az öncekinden daha yüksek bir tondaydı.

"Geliyoruz!" Bu ses az önceki yerden gelmiyordu. Diğer grup olmalıydı.

Boştaki eliyle ensesini kaşıdı ve onların gelmesi için olduğu yerde beklemeye koyuldu. Bir serçe kanatlarını çırparak Sergei'nin önündeki ağacın dalına kondu. Ateşi görünce, minik serçe irkildi ve kanatlarını sertçe, korkuyla çırparak başka bir tarafa doğru uçtu.

Birkaç dakika bekleyişin ardından Irina ile Alek koşarak Sergei'nin yanına geldiler. Alek'in yüzünde soğuk bir ifade olmasına rağmen Irina dudaklarını aralamış, arkadaşı gibi nefes nefese ve telaşlı görünüyordu. Elleriyle hafifçe yukarı kaldırdığı siyah elbisesini rahat ettirmek adına ellerini aşağıya doğru bıraktı ve aralanmış dudaklarını kapatarak soru sorarcasına Sergei'ye baktı.

Alek, "Ne oldu, lordum?" diye sordu.

Sergei daha cevap bile veremeden arkadan yüksek soluk sesleri işitildi. Sergei gözlerini karşısındaki genç adamdan çevirdi ve onun arkasından gelenlere baktı. Elena ve Dima. Elena her zamanki gibi dudağını büzmüş, alnındaki terleri siliyordu. Koşmaktan, kızıl saçları ıslak tenine yapışmıştı. Genç adam Dima ise kahverengi saçlarını arkaya doğru atmış, çatık kaşlarıyla Sergei'ye bakıyordu.

YÜKSELİŞWhere stories live. Discover now