1. BÖLÜM "YANIYOR"

1K 66 66
                                    

Önümdeki bonfileyi belki de milyonuncu kez parçaladıktan sonra ağzıma götürdüm. Örselenmiş etlerin çiğ olduğu güpegündüz ortadaydı ve gözlerini kocaman açarak 'yeme beni' diye bağırıyordu. Başımı hafifçe kaldırıp Aron'a, yani Aoran'a baktım. Sırtı dönük bir şekilde pişirmeye koyulduğu etlerle uğraşıyordu. Bana doğru döndüğünü fark ettiğim an kafamı hüsrana uğramış tabağa gömdüm ve sırf tartışmamak için sustum. Bir kaçış yolu ararken parçalama işine zaman kaybetmeden geri döndüm.

Daha ne kadar ete işkence etmeyi düşünüyorsun? dedi iç sesim. Aoran'ın bana baktığını fark ettim ve ağzıma bir parça daha götürdüm. Kahretsin! Bu tam bir işkenceydi! "Yemek vakti işkenceleri" adlı bir kitap yazsam kesin tutulurdu. diye konuştu yine benliğim. Ne çok konuşur olmuştu!

Bulanan midemin getirisi olan hafif baloncuklar içimde oynaşırken bir elimi karnıma koydum. Midemde üçüncü bir dünya savaşına hazırlanan çiğ etler belirli araklıklarla ritim tutarken saatli bir bombayı andırıyordu. Kafamı saçmaladığımı fark ederek salladım ve salataya dikkatli bakışlar atmaya başladım. Hemen şimdi onu yemeli idim. Yoksa midemdeki çiğ et buraya boşalabilirdi. Ama bana öldürecekmiş gibi bakan gözlerle nasıl uzanabilirdim? Zaten Aoran'ın şu yemek sırasından da bıkmıştım. Her yemekte aynı şey. Biri bitmeden diğerine geçemezmişim. Anneme çektiği her halinden belliydi.

Ahhh! Bu kadarı da gerçekten fazla.

Aoran'ın hazırladığı yemekleri yemekten ciddi anlamda bıkmıştım ya da her gün yemek yerken bana yaşadıklarımızı hatırlatmasını mı dile getirmeliyim?

Yaklaşık sekiz aydır birbirine benzeyen günler, her gün dayımın olayları kovalayan nasihatleri, Sirena'nın dertleri... Bir de üstüne annemin yokluğu eklenince... Delirmemek elde değildi. Her ne kadar dayıma annemin ölümü umurumda değilmiş gibi davransam da umurumdaydı işte. Dayıma göre , ebeveynsiz ruh hastasının tekiydim. Hayır cidden ruh hastasıydım. Sonuçta altı yılını duvarlarla birlikte geçiren, akıl hastanesinde kendi kendine konuşan, sekiz yaşında aynada canavar gördüğünü iddia eden, ki gördüğüme hala eminim, bendim. Artık gocunmuyordum bile. Ama ebeveynsiz değildim. Türkiye'de yaşadığını bildiğim bir babam vardı. Koskoca Çetiner Holdingi'nin sahibi Selçuk Bey! Ben de onun şizofren kızıydım işte. Belki de o yüzden sahip çıkmamıştı bana. Dayıma her ne kadar sinir olsam da en azından benim gibi sahipsiz birini yalnız bırakmadığı için minnettardım.

Düşüncelerimden, midemden gelen derin gürültü ile sıyrılırken dayım elindeki tahta kaşığı bana doğru sallayarak konuştu.

"Düştüğüm hallere bak. Bir de genç kız olacaksın. Ne bileyim, en azından birkaç ev işi öğren de şu çocuk bakıcısı görevimden terfi edeyim."

Kendini eve ata ata ev hanımı olmuştu iyice. Üstünde önlük elinde tahta kaşık. Gülmemek için duygusuz olmak gerekiyordu. Yüzümden acı bir tebessüm geldi geçti. Basit bir mimikdi. Gözlerim kanarken dudaklarım alayla havalanmıştı.

"Gül sen gül... Ben meraklıyım sanki ablamın katiline bakmaya."

O an da yüzümdeki belirsiz ifade buz tuttu. Dayıma göre tüm suçlu ben, bana göre babam, anneme göre tanrının böyle uygun görmesiydi. Gerçi annem tanrıya inanmazdı. Bu da son nefesinde söyledikleri ile tezat bir durumdu zaten. Belki babam bizi terk etmeseydi tüm bunlar yaşanmazdı. Ben de annemin kokusuna altı yıl hasret kalmazdım. Oydu suçlu işte. Annemi hastalıklı bir kız çocuğu doğurmakla suçlayıp terk eden sorumsuz "zengin" baba!

Gelmemesi gereken bir öfke dalgası beni şaşırtırken kaşığı sıktığımı fark ettim. Dayıma neden bizi terk ettiğini söylemedi annem? Neden kendi isteğiyle ayrıldıklarını söyledi ve neden ölmeden önce beni de anlatmamam için tembihledi? Bunları düşünürken kaşığın kırılma sesini duydum. Yuh! Sende de öküz gücü var be kızım. dedi iç sesim. Bir çatala, bir dayıma baktım ve dayımın dediklerine aldırmadan donuk bir yürüyüşle odama çıktım.

Galanodel ✓Where stories live. Discover now