12. BÖLÜM "KADER BAĞI VE MÜHÜR"

267 25 8
                                    

Ölemezdi ki... Her fırsatta tam bir baş belası olduğumu yineleyen Aron ölemezdi. Beni bir başıma, bu boyut saçmalığının sarmaşıklarına bırakıp gidemezdi. Ben bu kadar üşürken, bir başka soğuğun nefesine, kendi elleri ile teslim edemezdi! Etmezdi değil mi?

Tanrım! Ego abidesi Aron ölemezdi! Bir yarı tanrıya kafa tutan, babam dahi olsa yumruğunu indirmekten çekinmeyen kurt ölemezdi.

Bir rüya olmalıydı bu... Evet, evet bir rüyaydı ve birazdan dengesiz dayı bozuntusu tarafından uyandırılacaktım. Başka açıklaması olamazdı...

Göz yaşlarımı silmeyi düşünemeyip hiçbir yaşam belirtisi göstermeden duran buz gibi göğsünden kafamı kaldırıp etrafa baktım.

Kahrolası ev ahalisi hangi cehennemdeydi?!

"Lanet olsun! Neredesiniz?!"

Olduğundan kat kat yüksek çıkan sesimle bir an ürksemde bunu düşünecek halde değildim. Zira gözlerimin önünde cansız bir şekilde yatan Aron, bunun en büyük kanıtıydı. Yine bağırdım bir umut...ama... Beni kimse duymuyordu! Sesim koridorda yankı yapıyor ama nedense, beni lanet halk yine duymuyordu!

Rüya görüyor olabilir miydim?

Burada böylece ölümü bekleyemezdim. Ölümün Aron'u benden almasına izin vermeyecektim. Gerekirse ben verirdim, beladan başka bir işe yaramayan canımı ama beni sürekli azarlayıp garip bir şekilde seven bencil herifi, ölümün çirkin ellerine teslim etmezdim. Asla!

Ağlamaktan bitap düşen başımı zar zor tutup ayağa kalktım önce. Ne yapacağımı kestiremiyordum. Ne yapabilirdim ki? Bu aptal şehir hakkında hiçbir bilgim yoktu. Ambulans denen bir şey de yoktu! Hastane yoktu! Doktorlar vardı ama kaynağının neresi olduğunu da bilmiyordum. Burası dünya bile değildi. Ay Kuşağı... Evet. Burası saçma bir boyutta, saçma bir kuşaktı ve yine lanet olsun ki, inancını kaybeden ben için hiçbir şey ifade etmiyordu!

Kahretsin, ne yapacaktım?!

Ellerimi başımdan çekip etrafı deli gibi turladım. Üst kata çıktım, akla gelinemeyecek her yere baktım. Sağa, sola, yukarı... aşağı... Kimse yoktu...! Girdiğim bütün odalarda deli gibi bağırıyordum. Boşluğa haykırıyordum! Yıllar önce olduğu gibi. Tek fark... Yanağımda ve sırtımda patlayan tokatlar, kendilerini zincire vurmuşlardı. Şuh kahkahalar yoktu... Tiz hıçkırıklar ve yerde damla damla biriken kanlar yoktu. Onun yerine penceresi açık odalar vardı. Sanki birileri eve gizlice girmişti. Lanet olsun! Hangi kaçık, tüm pencereleri ardına kadar açıp içeriyi buza çevirirdi.

Hıçkırıklarım yolunu şaşırmış ellerime kor misali düşüyordu. Yakıyordu, kalbime tezat minicik ellerimi, avcumu... Yanıyordum be! Soğukta, büyük bir külçe şok yemiş gibi... Yanıyordum!

Kaybetmek öylesine acı veriyordu işte. Dinmeyen acılardan, mevsimlerin ardına gizlenmiş hüzün damlalarından, yenilmekten, ölüme direnememekten öylesine bıkmıştım ki...

Önce babamı kaybetmiştim. O gece... Ellerimi bırakmıştı, ilk defa. Annenin yanına git derken ki soğuk kanlılığı aklımdan atamadığım en korkunç ölüm şekliydi benim için. On iki senelik bir ölümün ilk demleriydi. Bir hoşçakal demeden gitmişti benden... annemden... bizden... Ailemizden gitmişti! 'Akşama bir isteğin var mı kızım' demeden ilk gidişiydi. Beni öpmeden, anneme sarılmadan ilk çıkışıydı. Elimden düşürmediğim ayıcığımla kapının menteşesine tutunarak ilk izleyişimdi babamı. Göz yaşlarımı silemediği ilk gündü o gün. İlk defa ben silmiştim o damlaları. O lanet olası yosunları babamın ardından ilk döküşümdü. "Gitme..." demiştim fısıltıya karışan ve son hecesinde yuttuğum sesimle. "Gitme baba..." Dudağıma doğru kıvrılan isyancı günahları yalayarak dillendirmiştim hüznümü. Yosun tutan göz yaşlarıma aldırmamıştı babam. Sadece bakmıştı işte. Saçlarımı öpmemişti. İçine katarcasına çekmemişti, misk kokan şelaleler bunlar dediği saçlarımı. İlk defa bakmamıştı gözlerime. Gitmişti işte.

Galanodel ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin