5. BÖLÜM "DÜŞMANIM"

338 33 10
                                    

Zehirli bir bedene dişlerini geçiren, o enfes, baş döndürücü kanın içindeki acıları içine katmak istercesine bir vampir gibi işliyordu iliklerime. Zehirleneceğini bile bile hem de. Susadığı kana ruhunu teslim edeceğini bilemeden. Belki de biraz umursamayarak. Sonunda canının yanacağını bilerek sarılıyordu kolları arasına aldığı çaresiz, savunmasız, aciz, yeşil gözlü yaratığa. Sırf acıdığı için susturuyordu çevresindeki bir türlü ağzı düğüm olamayan gıybet meraklısı insanları. Ah pardon. Büyücüleri... Bir de şu yarı tanrılar vardı, öyle değil mi? Sırf pişmanlık duygusunu içinde hissettiği için... Biraz da vicdan... Beni koruyordu. Lanet olsun! Ben bu kadar aciz değildim! Ben düşmanımın ininde huzur bulacak kadar şeref yoksunu değildim!

O düşmandı! O bir yarı tanrıydı! O... teyzemin, Medusa'nın canına sebep olanların kanındandı! 

Düşüncelerimin verdiği sapkınlıkla bana sarılmaya yelken açan kollarını ittim... Hayatımdan da benden de uzak dur der gibi. Geldiğim cehenneme ayaklarını basma der gibi...

Bıkkınlıkla verdim dışarı tükenmişliğimin mührünü temsil edercesine üzerinde taşıyan nefesimi. Bağırıp dellenmem, lanet olası hayattan hıncımı almaya çalışmam gerekirken tek yaptığım insanlığın suçunu minicik bir bedene yükleyip yaşamını o intikam kuyusunda geçirmesi sağlanan Samara misali bitkinlikle dikiliyordum ayakta. Boşluğa, avımın işini sessiz sedasız halledecek gibi yere eğmiş boş gözlerle bakıyordum. Gözlerimin önüne getirdiğim korku filmi sahnelerinden güç alarak...

Dirsekten itibaren oluk oluk kızıla boyanıp kopan kollar, parmak boğumundan saplanan bıçağın uyuşturduğu eller, yuvalarından usturayla oyulup çıkarılan gözler, yarıya kadar yırtılıp dişlerinin etini belli eden delik deşik bir yanak ve kızıla çalan diş etlerinden gelen o koyu, morumsu kan pıhtıları. Eğmiş olduğum başımı kıpırdatmadan gözlerimi diktim yukarı. Neden tüm bu sadist duygulardan daha ağırdı bu yükler?

Az önce aciz bir varlık olmadığımı kanıtlarcasına sırtımdaki yüklerden dolayı çökmüş olan düşük omuzlarıma sarılan, okulun neredeyse tüm erkekleriyle yan yana getirilen bir sürtük olmadığımı bana tutunarak anlatmaya çalışan o değilmiş gibi ittim onu. Sen de suçlusun der gibi...

Anlaşılan yine bir krize girecektim. Geçmişiyle yüzleşememiş birisinin çırpındığı gibi atacaktım kendimi yere. Ve bu sefer elimden tutacak kimsem yoktu işte. Yapma arkadaşlar vardı, kukla dostlar, menfaat için yaranmaya çalışan, belki birazda vicdan, bir erkek vardı şimdi. Hiç ihtiyacım olmayan...

Az sonra yaşanacakları önceden gören zavallı bir Son Durak oyuncusu gibiydim. Zira kendimi bitirecekmişçesine soğuk zemine atan bendim. Diz kapaklarımın yerle bütünleşme aşamasına son verip oturdum. Dizlerim ile destek alırcasına. Titredim. Ne zaman kendini gösterdiği belli olmayan rüzgar boynumu yalayıp geçerken... Yüzüme damlalarının tohumunu bırakıp da kuruyan gözyaşlarımın oluşturduğu ince bir tabaka halindeki tuzları umursamadan.

Bıkkınlığın, yetersizliğin oluşturduğu kara bulutlar yıldırımlarını bir bir düşürürken üzerime, ben başımı iki elimin arasına almış, etraftaki fısıldaşmalara aldırmadan öne arkaya gidip gelmeye başlamıştım. Yine aynı anılar, yine aynı yer, yine aynı görüntü, yine aynı ses!

Hadi oyun oynayalım Mira. Söz. Annen gelmeden giderim...

"Sus! Lanet olsun sus!"

Mira annen geliyor. Sakla beni çabuk!

"Yeter artık sus!"

"Aymira benim Uraz."

"Konuşan sen değilsin aptal! Yalvarırım sussun... Sustur şunu... Yalvarırım!"

Galanodel ✓Where stories live. Discover now