14. BÖLÜM "JESSİCA'NIN ÖLÜMÜ VE NOTLAR"

235 22 19
                                    

Çoğumuz rüya aleminin pençesinden kurtulduğunda bir oh çeker ve yanı başındaki suya uzanıp titrek ellerle onu içmeye, kısacası kendine gelebilmek için elinden gelen en olağan şeyi yapmaya çalışır. Ayak uçlarındaki karıncalardan kurtulmak için dizlerini birbirine bağlayarak yorganın içine kafasını gömer. Bu bizim belki de korkularımızı azaltacak en önemli kaçış yolumuzdur. Kaçtığımız şey her ne kadar trajik de olsa bilinçaltımızı dizginleyen bir fotoğraf makinası gibidir. Kaydeder ve zamanı geldiğinde delil çirkinliklerini tüm çıplaklığı ile gün yüzüne serer. İşte o zamanlar daha fazla korkarız kendimizden.

Delillerin gün ışığına çıkması ile kabusumdan uyanmıştım. Beni yutan ve içindeki asitle boğan korkularım kısa bir süreliğine ara vermişti. Gökyüzünden pencereme düşüp odama muzip bir şekilde süzülen gün ışığı vernikli tahta dolabıma çarpıp zeminde ahenkle dans ediyordu. Oda sakin ve sessizdi. Tek duyduğum ses, nefes seslerimin arasında kıvranıp mutfaktan yükselen tabak çatal sesleriydi.

Donuk ifademe bir müddet ara vermeyi planlayıp, yatak başlığından kafamı kaldırarak yanı başımdaki gece lambasına bakmaya başladım. Tüm parçaları yerli yerindeydi. Sapasağlam bir şekilde "aptal olan sensin" bakışıyla bana gülümsüyordu.

İyice çıldırmıştım!

Bir yandan da işin ilginç tarafı, dün geceki notun şu an avucumun içinde olmasıydı. Eğer gördüklerim bir rüyadan ibaret olsaydı ne not kağıdı olurdu elimde ne de şu boğazımdaki garip kızarıklık. Aslında bir tezim daha vardı.

Aron'un öldüğünü ve mühür olayını rüya olarak gördüğümü farz etsek, aniden rüyamdan uyanmış ve o garip yaratığı gece karşımda görmüş olabilirdim.

Ancak bu tezimde çöpe girecekti. Çünkü boğazımdaki şey bir kızarıklıktan ziyade mühür tarzı bir şeydi. Hayatımda kaç kez mühür gördüm diyebilirim? Belki sıfır. Ama başka bir sonuca da bağlayamıyordum.

Yüzümü ellerimle ovalayıp doğruldum. Yorganı çekip yere basarken zemine değen ayaklarım yanıyordu. Halbuki rüyamda ya da her neredeyse, buz gibiydi parmak uçlarım.

Nereye gideceğimi bilemezken başımı salladım ve ahşap aynaya yöneldim. Her şey yerli yerindeydi. Kitaplar, kalemler, perde... Odada var olmayan tek şey şüphesiz aklımdı.

Aynanın karşısına geçtiğimde halime baktım. Kahverengi saçlı, yeşil gözlü, çok olmasa da bir kıza göre uzun bir boy, Zehra teyzenin de dediği gibi fazla çelimsiz, tipik bir Aymira Çetiner! Farklı olan hiçbir şey yoktu.

Eskiden olsa hologram şekilinde bir yansımam aynanın önüne geçer ve uzun, yılan saçlarıyla bana bakardı. Mary'ydi o şüphesiz. Kırık dişleri ile gülümserken sadece birbirimizi izlerdik. Uzun uzun... Şimdi ise bomboştu hislerim. Tezatlık gün sayarken aralıktı ayna ile mesafemiz.

Saçlarımı karıştırıp hızlıca ellerimi aynanın başlığına geçirdim. Nefesim aynaya çarpıyor ve gri bir buğu yolluyordu, göz bebeklerime. Aynayı ellerimle iki yandan sıkarken sessizce bağırdım.

"Bana bunları neden yaşatıyorsun?"

Gözlerimden bir damla düşmüştü iki krem kutusunun arasına. Hüzün sislerinin arasında fısıltıya yakın bir şekilde çağladım.

"Sana ne yaptım ben?"

Aynaya bakarken bir kez daha anlamıştım. Beni gündüz değil, korkuların arttığı o gece vakitlerinde rahatsız edecekti.

Ya da edecektiler... Bilemiyorum.

Ellerimle gözlerimi ovup başımı havaya kaldırdım ve rahatlamak adına vücudumu gerdim. Kendime bakmayı kesip dolaptan kıyafetleri çıkardım. Üzerime gri okul eteğini ve gömleğini geçirdikten sonra siyah botları giydim. Armayı takmayı düşünmeden elime alıp kapıya yöneldim.

Galanodel ✓Where stories live. Discover now