2. BÖLÜM "MARY"

690 58 23
                                    

Yoğun duman ve ilaç kokusuyla bütünleşmiş keskin bir acı burnuma nüfuz ederken beynime aldırmadan gözlerimi aralamaya çalıştım. Duman kokusundan sislenmiş gözlerimin renginin griye çaldığını düşünerek açtım. Ve etrafta kısa bir süreliğine gezdirdim. Tanıdıktı. Hem de fazlası ile. Lanet olsun! Ne işim vardı akıl hastanesinde?

Kafamı kaldırmam gerektiğini sonradan idrak etmiş olacağım ki izlemek için fazla oyalandım. Etraftaki her bir nesneyi, sanki çok özlemişim gibi inceledim. Ve ayaklarımı, göründüğünden daha soğuk hissettiren zemine bastım. Mavi zeminde dönerek kapıya yanaştığımda gözüme yatakta yatan kişi takıldı. Az önce burada ben yatmıyor muydum?

Kafamı o yöne çevirdiğimde yatan kişinin aşağı yukarı on iki yaşlarında bir kız çocuğu olduğunu anladım. Yalnız kollarında serumlar takılıydı. Biraz daha yaklaştığımda göz altlarındaki morluklar dikkatimi çekti. Ya ağlamış ya da gereğinden fazla uykusuzdu. Dudağındaki çatlaklar neredeyse bir aydır açım diye bağırıyordu. Teni tüm canlılığını yitirmiş gibi buz ve soğuktu. Ve saçları... Her ne kadar ölü olarak dursa da yaşadığının kanıtı misali kızıldı. Sanki vücudundaki kan saçlarına çekilmişti.

Korkuma aldırmadan yanına yaklaştım. Ben yaklaştıkça nefes alıp verişleri hızlanıyor ve sıklaşıyordu. Bu bilincinin açık olduğunun kanıtıydı. Birkaç adım daha attığımda tam karşısında eğilmiş yüzünü inceliyordum. Alnındaki damar az sonra dışarı çıkacak gibi belirginleşmişti. Acı çekiyordu... Tam saçına dokunacakken elimdeki buz kütlesini hissettim. Başım elime kaydığında aslında onun bu kız çocuğunun eli olduğunu anladım. Gözlerim elimde takılı kalırken konuştu!

"Yardım et...!"

Bir sitemdi bu, acı çeken birinin belki de son yakarışlarıydı.

Gözlerimi elinden çekip başımı kaldırdım. Tekrar etti aynı kelimeyi gözlerini açarken. Aynı saçları gibi kıpkırmızıydı gözleri de. Göz bebekleri karanlığa itiyordu insanı. Biran boğulacak gibi hissettim ve elimi aniden çektim. Bu onu şaşırttı ama kelimeyi yinelemesini duraksatmadı. Yalvarışları acı bir hal alırken gözünden bir damla kan aktı. Evet. Kandı bu. Beyaz teninden çenesine doğru yol alan damla köprücük kemiğinde durdu. Birikinti beyaz önlükte kızıl bir oyuk oluşturmuştu. Yalvarırken bir an da duraksadı ve telâşlanmaya başladı. Bunun sonu iyiye gitmiyordu. Kapıdan gelen seslerle yanılmadığımı anladım. Ve kapı aralandı. İçeriye iki doktor giriyordu. Kaçacak delik ararken beni fark etmediklerini idrak ettim. Ama o kız görüyordu.

Biraz gerileyince diğerine göre daha eli düzgün olan adam konuştu.

"Eeee... Bizim küçük şeytan nasılmış bakalım?"

Zavallı kızla alay ediyordu bir de. Yanındaki adam lafa girdi bu sefer.

"Çok sessizsin bugün. Yoksa Hana dozu fazlamı kaçırdı?"

Daha çirkin ve kötü durmasına rağmen sanki kız için endişeleniyordu. Ve bir anda sağır olabileceğim kadar bağırdı.

"Hana!"

Hana her kimse iyi bir fırça yiyecekti, anladığım kadarı ile. İçeriye apar topar çekik bir kadın girdi. Orta yaşlarda ve güzeldi. O da diğerleri gibi beyaz bir önlük taşıyordu. Ama rütbesi düşük olacak ki " Buyurun efendim! " dedi can havliyle. Ufak dudaklarını birbirine bastırarak titredi. Dokunsam ağlayacaktı sanki. Ama bir yandan da boynunu eğmeden dimdik duruyordu adamın karşısında. Göz ucuyla kıza baktı. Anlamsız bakışlar mı atıyordu? Hayır! Kesinlikle "Anlatırsan seni mahvederim! " bakışlarıydı bunlar. Çirkin adam bir şey anlamamış olacak ki çocuğa dönerek "Dozu fazla mı kaçırdın? Ne bu hali?" diye sordu. Sonra kadına dönerek bağırdı. "Hana! Onun ölüsü değil, dirisi lazım yarım akıllı!" Kükrüyordu adeta, odanın ortasında. Kadın halen başını eğmemiş dimdik duruyordu. Aptal cesaretiydi bu yaptığı.

Galanodel ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin