21. bölüm: gerçeği şuursuzca inkâr eden bir alık

578 69 100
                                    

"Sınavlardan nefret ediyorum," diye inledi Hazel, düzgün bir sıra halinde dizilmiş meyve suyu kutularından birini alırken. "Canımıza okuyorlar!"

Sınavlarımın hepsinin ne kadar berbat geçtiğini düşünürsek, onu anlıyor ve kesinlikle acısını paylaşıyordum. "Bir Muggle olmak için oldukça kötü bir zaman."

Hazel abartılı bir şekilde başını salladı. "Yarınki kimya sınavına girmektense Ruh Emicilere kurban gitmeyi tercih ederdim."

"Sınavların da bir nevi Ruh Emici olduğunu söyleyebiliriz bence," dedim yemekhane sırasında Hazel'ın peşinden ilerlerken. "Çünkü içimizde mutluluğa dair ne varsa alıp götürüyorlar falan filan."

Hazel aldıklarının parasını öderken bana yandan bir bakış attı. "Senden alacakları bir şey yok o zaman."

Yaptığı ima sebebiyle yüzümü buruşturdum. "Ben gayet iyiyim."

"Tabii," dedi kenara çekilip kasaya geçmeme izin verirken, "iyi olmaktan da öte, harikasın Prudence." Sesinde bariz bir alaycılık vardı. "Gözlerinin içi gülüyor."

Tepsimdekilerin ne kadar tutacağını hesapladığım için vereceğim parayı önceden hazırlamıştım. Bu sebeple kasadaki kadına tam para uzattım ve Hazel'a döndüm. "Sınav haftasında kimsenin gözlerinin içi gülmez."

Masamıza doğru ilerlerken Hazel dikkatle yüzüme bakıyordu. "Beni yanlış anlama, bütün bu saçmalıkların seni etkilememesi için elinden geleni yaptığının pekâlâ farkındayım. Eğer olmadığımı sanıyorsan veya bu söylediğim yüzünden öyle düşünmeye başladıysan yanılıyorsun. Sadece... aslında nasıl hissettiğinin de farkındayım işte."

Ne diyeceğimi bilemeyerek iç geçirdim. Gerçekten de elimden geleni yapıyordum ve kendimi mi kandırıyordum, yoksa gerçekten öyle mi bilmiyordum, ama oldukça iyi gittiğime inanıyordum. Luke ile olan o korkunç konuşmadan sonra kendime, kendimi daha fazla üzmeyeceğime dair söz vermiştim. Tutması kolay bir söz olmadığının ve olmayacağının farkındaydım, ama bir yerlerden başlamam gerekiyordu, ben de vakit kaybetmeden işe koyulmuştum. Bana Luke'u hatırlatan somut ne varsa, hepsini göremeyeceğim bir yere kaldırmış, o ne zaman aklıma gelse, kendime uğraşacak bir meşgale bulur olmuştum. Sırf bu sebeple, belki işe yarar diye ortaokul hobime bile geri dönmüş; resim yapmaya başlamıştım. Luke aklıma ne zaman gelse resme sarıldığım için, artık odam bir sürü anime karakterinin resmiyle dolup taşıyordu. Odağımı Luke'tan uzaklaştırmama yardımcı olan bir diğer şeyse sınavlardı. Tüm dikkatimi vererek ders çalışıyor değildim, ama yapabileceğimin en iyisini yapıyordum. Tabii bütün bunlara rağmen, içimdeki acı ve üzüntüyü yok etmeyi başarabilmiş değildim.

"Bence bunu konuşmasak daha iyi olur," dedim en sonunda. Tepsimi masaya koyup sandalyeme otururken bakışlarım önümdeydi. "Zamanla her şeyin düzeleceğine eminim."

Aslında hayır, değildim, ama Hazel'ın bunu bilmesi gerekmiyordu. Tabii karşıma otururken yüzünde öyle bir ifade vardı ki, ben ona söylemesem bile gerçeği bildiğinden neredeyse emindim.

"Ne düşünüyorum, biliyor musun?" diye sordu, meyve suyu kutusunun üstündeki pipeti koparıp ambalajından çıkarırken. "Bence ona âşık değilsin."

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Neden şimdi böyle bir şey söylüyorsun?"

"İnandığım şey bu olduğu için." Pipeti kutuya batırırken gözleri üzerimdeydi. "Dediğin gibi, zamanla her şey düzelecek, çünkü ona karşı hissettiğin şeyin aşk olmadığının farkına varacaksın."

O kadar kendinden emin konuşuyordu ki, hayret ettim. "Nasıl bilebilirsin ki?"

Umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Biliyorum işte."

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now