23. bölüm / 2. kısım: aşkın dayanılmaz ağırlığı

97 9 9
                                    

Jane Eyre'i yıllar önce okuduğumda çok beğenip altını çizdiğim bir kısım vardı. Bu kısım şöyle başlıyor ve devam ediyordu: "Bütün değişiklikler arasında Bay Rochester'ı unutmuş olduğumu sanabilirsiniz, sevgili okuyucularım. Hayır, bir an bile unutmadım onu. Hep aklımdaydı. Çünkü güneş ışığının dağıtıp eritivereceği bir sis ya da fırtınanın silip süpüreceği kumdan bir heykel değildi o benim için. Mermer üzerine kazınmış bir addı ki mermer durduğu sürece o da duracaktı."

İşte, Luke Hemmings için aynen böyle hissediyordum. Ne yaşamış olursak olalım, ne söylemiş olursa olsun onu hâlâ düşünüyor, merak ediyordum. Benim için kolayca unutabilecek biri olmaması her şeyi daha da zorlaştırıyordu, ama en azından bir noktaya kadar kendimi ondan uzak tutabilmeyi başarmıştım. Aksinin hiçbir işe yaramadığını da kendimi mutlu etmeyi başaramazsam hayatıma devam edemeyeceğimin de farkındaydım çünkü. Yine de bu, onu ve ona dair her şeyi zihnimden sildiğim anlamına gelmiyordu. Aksine, her şeyi hatırlıyordum ve unutmamın mümkün olabileceğini bile sanmıyordum.

"Düşüp bayılmama çok az kaldı!" diye haykırarak düşüncelerimi böldü Hazel. "Ne yapıyorsun sen?"

Başımı kaldırıp önümde dikilen Hazel'a baktım, ardından yavaşça omuz silktim. "Hiç."

Parmağıyla kucağımdaki kitabı işaret etti. "Bu ne?"

"Kitap," dedim sessizce.

"Ne?" Cevabım onu şok etmiş gibi baktı bana. "Yok artık! Kitap mı bu? İlk defa görüyorum." Ardından hızlı bir hareketle kitabı ellerimin arasından çekip aldı. "Ay demek böyle bir şeymiş kitap. Şok, şok, şok!"

O benimle dalga geçmeye devam ederken oturduğum yatakta kendimi geriye bıraktım. Bir kere başladığında asla durmazdı sonuçta, onunla savaşamazdım. Durumu kabullenmiştim.

"Bayılarak benden kurtulamazsın," dedi Jane Eyre'i komodinimin üzerine koyarken. "Kalk ayağa. Hazırlanman gerek."

"Ben zaten hazırım," diye mızmızlandım. "Üstümü giyindim, dişimi falan fırçaladım. Tamamım yani."

Elini alnına vurdu. "Sınavım mısın sen benim?"

Güldüm. "Sınavın olsaydım tam not alırdın, orası kesin."

Tek kaşını kaldırdı. "Dalga mı geçiyorsun benimle?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Eninde sonunda bana istediğini yaptırıyorsun ya, ondan diyorum."

"Güzel bir noktaya değindin." Bir anda kollarımı tuttuğu gibi yataktan kaldırdı beni. "Şimdi hiç mırın kırın yapmadan siyah elbiseni giyiniyorsun, hadi bakalım."

Zamanında Hazel'ın ısrarlarıyla aldığım ince askılı siyah elbisem gözümün önüne gelince gözlerim kocaman açıldı. "Olmaz! O çok kısa."

"Abartma. Dizinin biraz üstünde sadece."

"Hayır, popoma oldukça yakın bir yerde."

"Abartıyorsun."

"Abartmıyorum."

"Fark etmez," dedi pis pis gülerek. "Yine de giyeceksin." Ardından odamdaki saate kısa bir bakış atıp öfkeli gözlerini tekrar bana çevirdi. "Seth'in gelip bizi almasına sadece yarım saat kaldı. Eğer Cinderella'ya dönüşmek varken partiye kitap kurdu olarak gitmekte biraz daha ısrar edersen... Seni kendi ellerimle öldürmeye çok istekliyim inan ki." Kocaman sırıtıp ekledi. "Bil istedim."

Bana o elbiseyi giydirene kadar vazgeçmeyeceğini biliyordum, bu yüzden sözünü dinlemekten başka çarem yoktu. Yenilgiyi kabullendim, ama söylenmeyi de ihmal etmedim. "Neden bu hikâyenin peri annesi sen olmak zorundasın ki?"

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now