9. bölüm: jane austen

780 97 80
                                    

Kıskançlık iğrenç bir duyguydu. Kara bulut şeklinde göğsünüzün tam orta yerinde ortaya çıkıyor, yavaş yavaş çoğalarak bütün bedeninize yayılıyordu. Tesiri o kadar güçlüydü ki, insan içinde bir daha asla güneş açmaz sanıyordu. En azından April'ın Luke'a dokunduğunu gördüğüm andan beri benim için güneş hiçbir şekilde açmaz olmuştu. Düşününce, Luke onunla pek de ilgileniyor gibi durmuyordu, ama April'ın bariz ilgisi ve güzelliğinin hafife alınabilir yanı yoktu. Üstelik Luke'u kıskanmam için illa onun da kızla ilgileniyor olması gerekmiyordu. Küçücük bir temas bile canımın sıkılması için yeter de artardı bile.

Temizliği bitirdikten sonra Luke ile buluşmak üstümdeki sıkıntıyı atmama yardımcı olur sanıyordum, ama hiç de öyle olmadı. Ona belli etmemeye çalışsam da içimdeki kara bulutlar hâlâ oradaydı.

"Şu parka gidelim diyorum," dedi Luke, biz birlikte okulun bahçesinden çıkarken. "Sanırım buradan yürüyerek yirmi dakikaymış. Eğer yürümek istemezsen arabayla da gidebiliriz tabii. Ne dersin?"

Hmm, açıkçası onunla o parka sürünerek bile giderdim. "Yürüyerek gidebiliriz. Hava güzel."

Başını gökyüzüne kaldırdı ve yakında kaybolacak olan güneş ışığı yüzüne değince gözlerini kapattı. Yanımda bu şekilde yürürken ne kadar mükemmel göründüğünü düşünmeden edemedim. Işığın kusurları belirginleştiren özelliği, konu Luke olunca hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibiydi.

"Neden bu kadar sessizsin?" diye sordu, bakışlarını indirip tekrar benimle göz göze gelerek. "Canını sıkan bir şey mi oldu?"

Canımın sıkkın olduğunu bu kadar çabuk anlamış olmasına şaşırsam da çaktırmamaya çalıştım. "Sessiz değilim, sorun yok."

Bana şüphe dolu bir bakış attı. "Öyle mi?"

Başımı olumlu anlamda salladım ve peşine de inandırıcı olmasını umduğum bir şekilde gülümsedim. "Söylesene," dedim konuyu kendimden uzaklaştırma isteğiyle, "beni beklerken ne yaptın?"

Cevabı beklediğimden kısa oldu. "Kitap okudum."

Merakla, "Hangi kitap?" diye sorduğumda, yüzünde anlamını çözemediğim bir gülümseme belirdi. "Northanger Manastırı."

Ağzım hayretle aralandı. "Jane Austen mi okuyorsun?"

Tepkimi yanlış anlamış olacak ki, yüzündeki gülümseme hemen silindi. "Evet, bunda bir sorun mu var?"

"Hayır, tabii ki yok," diye açıklamaya çalıştım kendimi. "Sadece senin 19. yüzyıl İngiltere'sinde geçen aşk romanlarını seven biri olduğun asla aklıma gelmezdi."

Kaşlarını çattı. "Neden?"

"Sadece..." Düşününce, buna verebileceğim tüm cevaplar ön yargı doluydu, ama aklımdakinden farklı bir şey söylemek istemedim. "Erkekler romantizmi küçümsüyor ya da göz ardı ediyor gibi gelmiştir bana hep."

Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. "Böyle bir genelleme yaparak sen de genellemeye uymayan erkekleri göz ardı etmiş olmuyor musun?"

"Birini göz ardı ettiğim kesin," dedim onu kast ederek. Hâlâ Jane Austen okuyor olmasına inanamıyordum. Benim için bu dünyada Jane Austen okuyan bir Luke Hemmings'ten daha seksi hiçbir şey olamazdı artık.

Gülümsemesi genişledi. "Beni genellemenin dışında tuttuğun için teşekkürler."

Sesinde küçük bir alay sezsem de, görmezden geldim. "Kitapta nereye kadar geldiğini bana söylemeyecek misin?"

"Emin değilim." Yürüdüğümüz yola bakarak bir süre düşündü. "Yarısından fazlasını okudum, ama kaçıncı sayfada olduğumu hatırlamıyorum."

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now