11. bölüm: son gece

754 94 171
                                    

Gün geçmek bilmemişti. İlk önce dersler, sıkıcı uzunluklarıyla beni esir almış, sonrasında spor salonundaki temizlik görevinin pençeleri arasına sıkışıp kalmıştım. Oysa yapmak istediğim tek bir şey vardı: Luke'un bana verdiği kitabı okumak! Tabii ne yazık ki korkunç sorumluluklarım kitabı açmama bile izin vermemişti. Yine de sorun değildi, çünkü eğer eve gidip odama girene kadar sabredebilirsem her şeyin olmasını istediğim şekilde ilerleyeceğini biliyordum. En azından öyle umuyordum. Odama girecek, duşumu alacak, sonrasında tatlı tatlı kitabımı okuyarak Luke'u düşünecektim. Planım buydu, ama üzülerek söylüyorum ki, işler hiç de düşündüğüm gibi gitmemişti. Ben duş aldıktan hemen sonra annem tarafından yemeğe çağrılmış, uzun bir süre yemek sofrasında babam ve nutuklarına maruz kalmıştım. Sanırım John Lennon, hayatın, sen planlar yaparken başına gelen şeyler olduğu konusunda çok haklıydı.

Sonunda odama çıkıp Cicim'i -ki Luke'un deyişiyle kitabın adı Chéri idi- elime aldığımda saat düşündüğümden daha geçti. Neyse ki hâlâ okumaya hevesliydim. Kitabı açtım ve sayfaları çevirirken, üçüncü sayfaya siyah tükenmez kalemle bir not düşüldüğünü gördüğüm anda kalakaldım. Kimin yazdığı açıkça belli olan not sadece iki cümleydi.

Sevgili Prudence, seni tanıyana kadar yıldızların sadece gökyüzünde var olabildiklerini sanırdım. Yanılmışım.

Size abartısız söylüyorum, bu iki cümleyi yüzlerce kez tekrar tekrar okudum. Nasıl mümkün olabiliyordu bilmiyorum, ama her okuyuşumda bana bir öncekinden daha farklı hissettiriyordu. Yazdığı şey o kadar güzeldi ki, kitabı okumaya başladığımda bile ara ara dönüp notunu tekrar okumaktan alıkoyamadım kendimi.

Bazen başa döne döne, bazense oldukça dikkatli bir şekilde yetmiş sayfadan fazla okudum. Penceremin tıklatıldığını duyduğumdaysa yetmiş altınca sayfanın son satırlarındaydım. Sesi duymamla başımı kaldırıp pencereye baktım. Seth Tucker, karşılaşmaya alışık olduğum bir vaziyette penceremin arkasından bana sırıtıyordu.

Kitabımın arasına, beğendiğim yerlerin altını çizmek için kullandığım kalemi koydum ve kitabı kapatıp nazikçe yatağımın yanındaki komodine bıraktım. Görünüşe göre evren, bu kitabı okumamam için elinden geleni yapmakta kararlıydı.

Yatağımdan zıplayıp ayağa kalktım. Çok geçmeden pencereyi açmış, Seth'i içeri almıştım.

"Beni gördüğüne pek sevinmemiş gibisin, Sarışın," dedi Seth, bana kısa süreliğine arkasını dönüp pencereyi kapatırken. "Oysa uzun zamandır seni ziyarete gelmiyordum bile."

"Sadece kitap okuyamadığım için üzgünüm." Hızlı adımlarla odamın kapısına ilerledim ve kapıyı kilitledim. Ona dönüp sırtımı kapıya yasladığımda, gece mavisi gözlerini dikkatle üstüme dikmiş olduğunu gördüm. Sanırım varlığından tamamıyla hoşlanmadığımı söyleyemezdim. Dediği gibi beni ziyarete gelmeyeli uzun zaman olmuştu ve aramızın, onun buraya çekincesizce uğramasını sağlayacak kadar düzelmiş olmasından dolayı mutluydum, ama artık endişe etmem gereken birtakım şeyler vardı.

Seth, "Orada öylece durup bana bakmayı sürdürecek misin?" diye sordu merakla. "Gözlerini üstümden alamayacağın kadar yakışıklı olduğumun farkındayım, ama bu kadarı da biraz fazla."

Abartılı bir şekilde göz devirdim. "O kadar da yakışıklı değilsin."

"Hayır, öyleyim," diye diretti. "Tanrısal bir yakışıklılığım var benim."

Tanrısal mıydı değil miydi bilmiyordum, ama kesinlikle itiraf etmek isteyeceğimden çok daha yakışıklıydı. Muhtemelen böyle düşündüğümün farkındaydı, ama düşüncelerimi dile getirerek ona haklı olma zevkini tattırmayacaktım.

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now