2. bölüm: küçük, ufacık bir sır ve luke hemmings

1K 118 117
                                    

Bella Swan'a ciddi anlamda katlanamıyordum. Yatağıma uzanmış, Twilight'ı bilmem kaçıncı kez tekrardan izlerken düşünebildiğim tek şey buydu. Robert Pattinson'ın inanılmaz yakışıklı suratı bile beni bunu düşünmekten alıkoyamıyordu. Aslında film ile ilgili korkunç olan tek şey Bella değildi, ama en korkunç şey kesinlikle oydu ve dayanılır gibi değildi. Bütün bunlara rağmen filmin elli dakikasından fazlasını izlemiş, Edward ve Bella'nın kuzu ile aslan muhabbetini yaptıkları yere gelmiştim.

"Yani aslan, bir kuzuya âşık oldu," dedi Edward, pencerem tıklatılmadan hemen önce. Filme o kadar dalmıştım ki, duyduğum ses ödümü patlattı.

Kendimi toparlayıp penceremden dışarı baktığımda, gördüğüm şey beni pek de şaşırtmadı. Bugün beni okulda harika bir şekilde görmezden gelen Seth Tucker, ziyaretime gelmişti. Aman ne harika!

Filmi durdurdum ve yataktan kalkıp pencerenin önüne gittim. Kilidi açıp pencereyi yukarı kaldırdıktan sonra Seth'in içeri girebilmesi için geri çekildim. Tırmandığı ağaçtan destek alarak hiç vakit kaybetmeden odama girdi. Pencereyi kapatıp tekrar kilitledikten sonra ise bana döndü. "Selam, Prudence."

Tamam, sanırım size Seth'ten bahsederken tam anlamıyla dürüst olmadım. Şu anki durumdan da anlaşılacağı üzere, onunla benim aramda küçük, ufacık bir sır vardı. Kesinlikle büyütülecek ve başka yerlere çekilecek bir şey değildi. Sadece şey... Bazı geceler benimle birlikte uyumak için odama gelirdi.

Bunun ne kadar tuhaf gözüktüğünün farkındaydım, ama bir şekilde başlamıştı ve dur demek oldukça zordu.

"Anlaşılan bana selam vermeyeceksin," dedi kapıya doğru ilerlerken. "Sıcak bir kucaklama da mı yok?" Ve kapıyı kilitledi. "Kalbimi kırıyorsun ama."

"Bugün benimle neden konuşmadın?" diye sordum, o ayakkabılarını çıkarıp kendini yatağıma bırakırken. "Ne kadar da yüzsüzsün."

Sorularımı duymamış gibi yapıp bakışlarını bilgisayarıma çevirdi. Gördüğü şey onu gülümsetti. "Twilight mı izliyorsun? Cidden mi?"

Hızlı adımlarla yatağıma ilerledim ve dizüstü bilgisayarımı çekip alarak kapağını sertçe kapattım. "Ne izlediğim seni hiç ilgilendirmez."

"Pekâlâ," dedi ve kafasını yastığıma gömdü. "Biliyorsun ki saat oldukça geç oldu? Neden sadece uyumuyoruz?"

Bilgisayarımı çalışma masama bırakırken saate baktım. "Saat daha on bir."

"Tanrı aşkına, geçten de geç olmuş," dedi dramatik bir şekilde ve eliyle yanına vurdu. "Hadi gel, artık biraz uyumam gerek."

Kollarımı göğsümde birleştirip meydan okurcasına baktım ona. "Okulda beni sürekli görmezden gelen birinin istediği şeyi neden yapayım?"

"Seni sürekli görmezden gelmiyorum," diye karşı çıktı. "Sadece canım sıkkınken seni kendime bulaştırmak istemiyorum, o kadar."

"Bugün neye canın sıkkındı?"

Düşüncesi bile başına ağrılar girdiriyormuş gibi gözlerini kapatıp şakaklarını ovdu. "Sadece boş verip yanıma gelsen ve uyusak olmaz mı?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok, olmaz. Bu yüzden ya söylersin, ya da seni kovarım."

"Bir çocuğa yanlışlıkla yumruk attım," dedi oflayarak. "Nasıl oldu hiç anlamadım."

Ağzım hayretle açıldı. "Sana inanamıyorum."

"Artık istediğini almadın mı?" diye sordu sırtüstü yatmaktan vazgeçip yüzüstü yatacak şekilde dönerken. "Bence aldın ve şimdi de uyku zamanı."

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now