3. bölüm: monterey lisesi dedikoduları

841 112 98
                                    

Luke ile sözleştiğimiz gibi okul çıkışı buluştuk. Ben ona harika sorumu sormadan önce ise okula yakın bir kafeye oturup sipariş vermiş, siparişlerimizin gelmesini bekliyorduk.

"Ee," dedim merakımı biraz bile gizlemeye çalışmadan. "Artık bana arkadaş seçimlerini neye göre yaptığını söyleyecek misin?"

Luke sorum onu oldukça eğlendirmiş gibi güldü. "Aslında insanların sadece gözlerini dikip bana bakmaması yeterli oluyor."

Öf, lanet olsun! Onu ilk gördüğümde bunu ben de yapmıştım. "Yani küçük bir kasabada yaşıyoruz ve okula yeni birinin gelmesi insanların ilgisini çekiyor," dedim başkalarından çok kendim için bir açıklama yaratmaya çalışarak. "Evet, insanlar tabii ki gözlerini dikip sana bakmamalı, ama merak ederken bunu yapmamak biraz zor oluyor sanırım."

Ben cümlemi bitirir bitirmez yüzündeki gülümseme genişledi. "Bunu sen de yaptın diye bana bir açıklama borçlu değilsin Prudence."

İşte bu canımı sıkmıştı. Onun gözünde bir sapık olmak istemiyordum, bu yüzden inkâr yoluna başvurdum. "Hayır, öyle bir şey yapmadım."

Sanki gerçek apaçık ortadaymış gibi, "Evet, yaptın," dedi. "Sana telefonumu verdiğimde başını kaldırıp sonsuzluk kadar uzun bir süre, gözlerini hiç kırpmadan bana baktın."

Sağ gözüm seğirdi. "Ben şey... Öyle bir şey yapmadığımdan çok eminim."

"Pekâlâ, zaten kabul etmek zorunda değildin. Ama şunu bilmeni istiyorum ki, bakışların benim için birazcık bile rahatsız edici değildi. Aslında rahatsız edici olmaktan oldukça uzak, çok tatlıydı."

Vay canına, ondan böyle şeyler duymayı kesinlikle beklemiyordum. Bu yüzden anlık bir şok yaşasam da kendimi hızlı bir şekilde toparladım. "Gerçekten öyle olsa bile... Yani sana gözlerimi dikip bakmış olsam bile, şarjımın bitmiş olduğunu da, hangi mangayı okuduğumu da fark ederek bana telefonunu veren sendin. Bu da ilk gözlerini dikip bakan sensin demek oluyor."

Benim yaptığım gibi itiraz etmesini bekledim, ama gayet rahat bir şekilde, "Evet, çok haklısın," dedi. "Bir şekilde ilgimi çekiverdin ve kendimi sana bakmaktan alıkoyamadım işte." Biraz eğilip gözlerimizi aynı hizaya getirdi. "Hâlâ yapamıyorum."

Bakışlarındaki yoğunluk ve söyledikleri kalp atışlarımı hızlandırdı. Oysa onu daha yeni tanıyordum, beni bu şekilde heyecanlandırması çok saçmaydı. Üstelik söylediklerinde ne derece samimi olduğunu bilemezdim. Benimle eğleniyor veya beni bir oyun olarak görüyor olabilirdi. Bu yüzden ne kadar yakışıklı olursa olsun, bana ne kadar harika şeyler söylerse söylesin temkinli olmam gerekiyordu.

"Duyduğuma göre Fransa'dan gelmişsin," dedim konuyu değiştirmeye çalışarak. "Buraya yabancılık çekiyor musun?"

Arkasına yaslanıp konuyu değiştirmeme izin verdi. "İlk ve ortaokulu buraya yakın başka bir kasabada okumuştum. Orayı severdim, Monterey'den pek bir farkı yoktu. Bu yüzden yabancılık çekmiyorum sanırım."

Cümlesini bitirdiğinde siparişlerimiz de sonunda gelmişti. Garson kadın benim önüme koca bir bardak dolusu limonata, Luke'un önüne de bir fincan kahve bırakıp uzaklaştı. Luke kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Sen ne düşünüyorsun peki? Sence Monterey eğlenceli bir yer mi?"

Omuz silktim. "Dedikodu hızlı yayılır, bu senin için eğlenceli sayılır mı?"

Gülerek başını olumsuz anlamda salladı. "İnsanların hakkımda ben söylemeden bir şeyler bilmesinden hoşlanmıyorum."

"Dedikodu yapmaları için hakkında bir şey bilmelerine gerek yok," dedim ve inanılmaz lezzetli limonatamdan birkaç yudum aldım. "Sadece görünüşünle ilgili bile dedikodu yapabilirler."

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now