17. bölüm: umulmayan olaylar silsilesi

456 67 61
                                    

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. Pencereyi açıp Seth'in içeri girmesine izin verirken, yavaş yavaş içimi kaplamaya başlayan kötü his daha da güçlendi. Yüzündeki anlamını çözemediğim ifade mi, yoksa geçtiğimiz günlerde olan onca şeye rağmen buraya gelmiş olması mı bana böyle hissettirmişti bilmiyorum, ama sorgulamanın ne anlamı vardı ki, hissediyordum işte.

İçeri girip tam karşımda dikildiğinde, yüzünü çok daha net bir şekilde gördüm. Gördüğüm şeye de inanamadım, çünkü daha önce onu hiç bu kadar paramparça görmemiştim. Gözleri kıpkırmızıydı. Sanki günlerdir uyumamış ya da saatlerce ağlamıştı. Yüzü çökmüş, saçları birbirine karışmıştı. Omuzları, sanki sırtına taşıması için ağır bir yük bindirmişler gibi düşmüştü. Bakışlarında bariz bir şekilde seçilebilen acıdansa bahsetmiyordum bile.

"Özür dilerim," dedi sessizliği bozarak. "Artık buraya gelmemi istemediğini, gelemeyeceğimi biliyordum. Ama yine de geldim."

Gözlerim kocaman açılmış bir şekilde, olan biteni anlamlandıramayarak ona baktım. Öyle afallamıştım ki, ağzımı açıp ne diyebileceğimi bile bilmiyordum. Nitekim açamadım da.

Ben hiçbir şey söyleyemeyince, "Gidebilirim," dedi. Sesi son derece kırılgan çıkıyordu. "İstiyorsan hemen giderim. Zaten buraya gelirken ne düşünüyordum bilmiyorum. Sadece... Başka nereye gidebileceğimi bilemedim işte."

Geriye doğru bir adım attı. Gitmek üzere harekete geçtiğini biliyordum, bu yüzden uzanıp elini yakaladım. "Dur," dedim hızlıca. "Gitme."

Bakışları önce elini tutan elime kaydı, sonra yavaşça yukarı çıkıp gözlerime odaklandı. Herhangi bir şey söylemedi. Sadece öylece bana baktı.

"Sorun ne?" diye sordum yavaşça. "Ne oldu?"

"Ben..." Durdu, yüzünü buruşturdu, "bir şey öğrendim." İfadesi sertleşti. Hissettiği şey acı mıydı, yoksa öfke mi, anlamak mümkün değildi.

Elimle yatağımı işaret ettim. "Oturmak ister misin?"

Bakışları şüpheci bir şekilde yüzümde gezindi, ardından hâlâ elini tutan elime baktı. Bir şey diyecek gibi oldu, ama ağzından tek kelime bile çıkmadı.

"Gel," dedim, hiçbir şey söylemeyeceğinden emin olduktan sonra. "Otursan daha iyi olacağından eminim." Zaten tutuyor olduğum elinden onu çekerek yatağıma kadar getirdim ve ilk önce kendim oturup, onun da yanıma oturmasını sağladım. Elimi elinin arasından çekerken tüm dikkatim onun üzerindeydi.

"Seth," dedim sessizce. "Benimle konuşabileceğini biliyorsun, değil mi?"

Başını yavaşça bana doğru çevirip gözlerimizi buluşturdu. "Biliyorum."

"Ayrıca konuşmak istemiyorsan konuşmak zorunda değilsin. Seni hiçbir şey için zorlamıyorum, zorlamayacağım da."

Dudağını sertçe dişledi, gözlerini gözlerimden kaçırdı. Birkaç saniyeyi sessizlikle geçirdikten sonra dönüp tekrar bana baktı ve ağzından, bende şok etkisi yaratan üç kelime dökülüverdi. "Babam annemi aldatıyormuş."

Ağzım hayretle aralandı. "Ne?"

Elini kaldırıp sinirle yüzünü ovuşturdu. "Öyle salakmışım ki... Bunca zaman kör bir aptal olmaktan başka hiçbir şey yapmamışım."

"Belki doğru değildir," dedim iyi niyetli olmaya çalışarak. "Emin misin?"

Yüzünde beni ürküten, vahşi bir ifade belirdi. "Babam itiraf etti."

Ah, Tanrı'm! Çenem yere düşecek kadar şoke olmuş bir vaziyette ona bakakaldım. "Ama... Nasıl olur?" Anne babasının ayrılmasının üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, böyle bir bilgi inanılır gibi değildi ve durumu daha da kötüleştiriyordu.

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now