16. bölüm: bir ses

526 64 47
                                    

Daha önce hiç gerçek anlamda bir sevgilim olmamıştı. İlk ve ortaokulda bunun görünüşüm ve davranış şeklimle alakalı olduğunu düşünüyordum, çünkü saçlarımı korkunç bir şekilde toplar, birbiriyle hiç uyumlu görünmeyen renkte kıyafetler giyinir, beğendiğim çocuklara da kasıtlı olarak kaba davranırdım. Erkeklerin peşinde koşacağı kızlar listesine hiçbir şekilde giremememe şaşmamak gerekti. Neyse ki liseye geçtiğimde, büyümenin getirdiği bir olgunlukla kendimle ilgili rahatsız edici birçok şeyi değiştirmiştim. Artık saçlarımı korkunç bir şekilde toplamaktansa direkt toplamamayı tercih ediyor, baskısı dışında göze batmayacak kıyafetler giyiniyor, beğendiğim çocuklara gayet kibar davranıyordum. Bütün bunlar işe yaramış olacak ki, her zaman olmasa da çoğu zaman, ilgilendiğim erkeklerin de benimle ilgilendikleri ortaya çıkıyordu. Yalnız bu erkeklerle olan ilişkim, hiçbir zaman birkaç tatlı öpücük ve temastan öteye gidemiyordu, çünkü hiçbiri, okul müdürünün kızı ile sevgili olmak istemiyordu. Sanırım okul koridorlarında, müdüre yakalanma korkusu olmadan elini tutup yürüyebilecekleri bir kız arıyorlardı. Belli ki o kız da ben değildim işte. Kaderimi kabulleneli çok olmuştu. Tabii on üç gün önce Luke Hemmings, Monterey Lisesi'ne girerken çekincesizce elimi tutarak kabullendiğim kaderi baştan aşağı değiştirmiş oldu.

Luke'un hiçbir şeyden korkusu yoktu. Ne babamın birden karşımıza çıkabilme ihtimalinden, ne de insanların hakkımızda yapabileceği dedikodulardan çekiniyordu. Elimi o gün tutmuş olması bunun göstergesiydi ve on üç gün boyunca elimi bir kez olsun bırakmayarak bu konuda ne kadar ciddi olduğunu göstermişti. Öyle güzel biriydi ki, daha önce elimi kimse tutmadığı için neredeyse şükredecektim.

Onun gibi biriyle bir ilişki içinde olmak muazzamdı. Daha önce birlikte vakit geçirmekten bu kadar keyif aldığım hiçbir erkek olmamıştı. Bana harika şeyler anlatıyor, sürprizler yapıyor, benimle geziyor, ben ona bir şeyler anlattığımdaysa beni gerçekten dinliyordu –ki sonuncusu açık ara favorimdi, çünkü insanın kendisini gerçekten dinleyen birini bulması kadar muhteşem bir şey daha olmadığından oldukça emindim. Bütün bunlara ona duyduğum ve onun bana duyduğu sevgi eklendiğindeyse ortaya sihirli bir şey çıkıveriyordu. Her geçen gün ise ona daha fazla bağlanıyor, nasıl mümkün olduğunu anlayamadığım bir şekilde onu daha fazla seviyordum. Birini sevmenin bu kadar güzel hissettirebileceği kimin aklına gelirdi ki? Açıkçası benim aklıma hiç gelmemişti. En azından Luke hayatıma girene kadar...

"Hey, uyan artık!"

Düşüncelerim zihnimi öyle yoğun bir şekilde esir almıştı ki, Hazel'ın sesi irkilmeme sebep oldu. Sersemlemiş bir şekilde bakışlarımı ona çevirdim. "Tanrı aşkına, neden bağırıyorsun ki? Hemen yanındayım."

"Hayır, değilsin." Uzun süredir karıştırdığı dolabını kapatıp bana döndü. "Bedenin burada olabilir, ama aklın bambaşka yerlerde. Ne düşünüyordun?"

Ağzımı açmış cevap verecektim ki, konuşmaya devam ederek beni susturdu. "Sakın söyleme, çünkü zaten biliyorum: Luke'u düşünüyorsun." Gürültülü bir şekilde ofladıktan sonra koridorda yankılanabilecek bir yükseklikte, "Sıkıcı!" diye bağırdı. Çevremizdeki insanlar dönüp bize baktı, ama Hazel bunu umursamadı. "Romantizm hiçbir zaman bayıldığım bir şey olmamıştı, ama artık nefret ediyorum. Çünkü en yakın arkadaşımın beynini aldı."

Ona şaşkın şaşkın baktım. "Ne kadar da abartıyorsun."

"Hayır, abartmıyorum," diye itiraz etti. "Sen Jarvis'sin ve Ultron tarafından ele geçirildin. Ultron kim biliyor musun? Lanet olası aşk tabii ki!"

"Evet, tabii," dedim gülerek. "Age of Ultron'da olsam olsam Jarvis olabilirdim zaten, değil mi?"

Hazel yüzünü buruşturdu. "Konu bu değil. Konu senin ele geçirilmiş olman!"

Prudence, just like an étoileNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ