19. bölüm: kabahatin cezası

484 65 55
                                    

Seth Tucker herkesin hayalinde bambaşkaymış gerçekten, bunu anladım. Bu yüzden benim hayalimdekini son kez medyaya koyuyorum ve sizi, istediğinizi hayal etmeniz için özgür bırakıyorum!

Sevgili pacifysher; benim için sessizliğini yorum yaparak bozduğun için teşekkürler. Umarım onları görmeye devam edebilirim💞

*

Luke'un bize geldiği Cumartesi günü geçmek de, bitmek de bilmedi. Yine de her şey bir Cumartesi günü yaşandığı için kendimi şanslı sayıyordum, çünkü ertesi gün okul yoktu ve dersler beni bölmediği için istediğim kadar berbat hissetmekte, toparlanmaya çalışırken daha da batmakta son derece özgürdüm. Çaresizlik içinde boğuluyor, bir çözüm yolu ararken sürekli çıkmaza giriyordum. Birçok kez Luke'u aramayı düşünmüştüm, ama buna ancak Pazar gününün sabahı cesaret edebilmiştim. Cesaret edemesem de olurmuş, çünkü Luke telefonlarımı açmıyordu. O cevap vermedikçe aramak konusunda daha da ısrarcı olmuştum, ta ki telefonunu tamamen kapatana kadar.

Ona ulaşmama izin vermiyordu. Vermeyecekti de, bunun farkındaydım. Buna rağmen onu aramaya devam etmekten kendimi alamadım. Bu sırada Seth'ten ve Hazel'dan aramalar, mesajlar alıyordum, ama ne ikisinden birinin aramasını açtım, ne de mesajlarına cevap yazdım. Sadece yatağıma uzanıp tavanı seyrederek içine düştüğüm korkunç durumu düşündüm. Kendimi renkler bulunmadan önceki sinema filmleri gibi hissediyordum. Sahip olduğum tek şey siyah beyazın tonlarıymış gibiydi –ki onlar bile kısıtlıydı. Mutsuzluğun yanında, bir daha asla mutlu olamayacağım hissine kapılmıştım. Kim bilir, belki de bu, kapıldığım bir histen çok daha fazlasıydı.

Saat altıya gelmek üzereyken, hâlâ yatağımda yatıyordum. Bir saat öncekinden tek farkım, artık tavana değil, telefonuma bakıyor oluşumdu. Luke'u tekrar aramak için telefonumu elime almıştım ki, birden kapım açıldı.

"Neler oluyor, Tanrı aşkına?"

Başımı çevirip kapıdan içeri söylenerek giren Hazel'a baktım. Kaşları çatılmış, sorgulayan gözlerle bana bakıyordu. Benim için endişelendiği her halinden belliydi. Bununla birlikte adım gibi emindim ki, endişelenmesine sebep olduğum için bana sinirliydi de.

"Niye ölü gibi yatıyorsun?" dedi kafası karışmış bir şekilde. "Bu halin de ne?"

Ona gülümsemek istedim, ama yapamadım. Bunun yerine yavaşça yatakta doğrulup oturdum. "Her şeyi berbat ettim."

Artık kafası daha da karışmıştı. "Neden bahsediyorsun sen?"

Derin bir iç çekip ellerimle yüzümü kapattım. Canım öyle sıkkındı ki, içimdeki bütün hisleri kusarak dışarı atabilmek istedim.

"Prudence," dedi Hazel, ondan hiç duymadığım kadar yumuşak bir sesle. Odamın kapısını kapattığını duydum ve sonra yavaş adımlarla yanıma gelip yatağıma oturdu. "Ne oldu?"

Ellerimi yüzümden çektim ve gözlerinin içine baktım. Artık ona her şeyi anlatmamın zamanı gelmişti. Vereceği tepkiden ödüm kopuyordu, ama o benim en yakın arkadaşımdı. Ona karşı dürüst olmuyorsam, başka kime karşı dürüst olabilirdim ki?

"Duyduğun şeyler hiç hoşuna gitmeyecek." Kelimeler ağzımdan zar zor çıkıyordu. "Eminim buna."

"Bir an önce anlatmaya başlar mısın?" dedi gergin bir sesle. "Bu yavaşlıkta gidersen sen anlatmaya başlayamadan korkudan düşüp bayılacağım."

"Özür dilerim." Derin bir nefes aldım ve verdim. Sonra ona bütün gerçekleri, hiçbir detayı atlamadan anlattım. İlk önce Seth ile olan ilişkimden, bunu nasıl sonlandırdığımdan bahsettim. Ardından da dün sabah Luke ile yaşananlardan... Hazel sözümü hiç kesmeden dinledi beni. Yüzü ciddiydi ve anlattığım şeylere göre bakışları değişiyordu, ama bu bakışlardan ne düşündüğünü anlayabilmem mümkün değildi. Yüzünde sert bir ifade göremeyişim anlatmamı kolaylaştırsa da, daha iyi hissettirmedi. Her şeyi daha kötü yaptı bile diyebilirdim, çünkü artık bana diyebileceği şeylerden korkmaya başlamıştım.

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now