8. bölüm: hikâyedeki eksik

729 99 54
                                    

Spor salonunu temizlemek gerçekten kolay bir iş olabilirdi, ama ne yazık ki değildi. Bunun sebebi ise bizim temizlik yapmamız gereken vakitte antrenman yapmaya gelen öfkeli öğrencilerdi. Seth ile birlikte ilk gün sahadan ayrılmak istemeyen basketbolcularla mücadele etmemiz gerekmişti, ama neyse ki sürekli terleyip dursalar da işbirliğine açıktılar. Temizlememiz gereken yerleri temizlerken bize saygı duymuşlar, yolumuza çıkmamaya özen göstermişlerdi. Ben bunun için ne kadar müteşekkir olsam da, Seth koca bir gün boyunca pek de mutlu görünmedi. Sanırım her şey eskiden basketbol takımında olmasıyla ilgiliydi.

İkinci günümüze, yani şimdiki zamana gelecek olursak... Dün, bugünün yanında harika sayılırdı, çünkü antrenman sırası okulumuzun kız voleybol takımındaydı. Hepsi o kadar haşindi ki, kendimi oracıkta vurup öldürmek istememe sebep oluyorlardı. Aslına bakarsanız, hiçbiri Seth'e karşı kaba değildi, ama sıra bana gelince görüş alanlarına girip dikkatlerini dağıttığıma dair birtakım laflar ediyorlar, bana kötü kötü bakıyorlardı. Hatta aralarından biri kafama yanlışlıkla(?) top atıp özür bile dilemeden oyununa devam etmişti.

"Kızlar arasında pek popüler sayılmazsın, ha?" dedi Seth, salon kapısının önünü paspaslarken. "Neden senden hoşlanmadıklarına dair bir fikrin var mı?"

Cevabım kısa ve netti. "Yok."

"Belki de onlar için fazla doğal sarışınsındır."

Elimdeki bezle tribünü çevreleyen korkuluklardan birini silmeyi bırakıp şaşkınlıkla ona döndüm. "Bu benden hoşlanmamaları için nasıl bir motivasyon yaratabilir ki?"

Seth cevap vermek yerine düşünceli bir şekilde yerleri paspaslamaya devam etti. Ondan tek kelime bile duyamayacağımdan emin olduktan sonra, "Farkında mısın," dedim merakla, "hâlâ neden Luke'a o kadar kibar davrandığını söylemedin."

Gece mavisi gözlerini yaptığı işten ayırıp gözlerime dikti. "Ona kaba davrandığım için bana kızan sen değil miydin? Şimdi bu tavrımdan vazgeçtim ve istediğini yapıyorum işte, neden sorguluyorsun ki?"

"Yani sırf ben istediğim için mi yapıyorsun?" diye sordum kuşkulu bir şekilde. "Başka bir sebebi olmadığından emin misin?"

Omuz silkip dikkatini tekrar yaptığı işe verdi. "Belki de artık eskisi gibi iyi biri olmaya karar vermişimdir."

Ben ondaki bu ani değişimin neyden kaynaklandığını sormaya hazırlanırken Hazel'ın, hemen yanımızdaki kapıdan içeri girmesiyle bütün dikkatim dağılıverdi.

"Bir sorunum var," dedi Hazel, selam vermeye tenezzül bile etmeden tam karşımda dikildiğinde. "Sanırım başıma büyük bir bela aldım."

Son dersimiz biteli on beş dakikadan fazla olmuştu ve hâlâ okulda olmasına mı şaşırsam, yoksa söylediklerine mi karar veremedim. Ben büyük bir kafa karışıklığıyla öylece kalakalırken Hazel omuzlarımı kavrayıp beni sarstı. "Hey, sana diyorum!"

"Ne var?" dedim en sonunda. "Ne oldu? Ne sorunu?"

Hazel oldukça mutsuz görünerek ellerini üzerimden çekti. "Luke'un arkadaşı Ethan benden hoşlanıyor olabilir."

O sorun deyince aklımda çok daha komplike bir şey canlanmıştı, bu yüzden aldığım cevaba gülmeden edemedim. "Açıkçası bu pek de sürpriz olmadı."

Bana inanamayarak baktı. "Olmadı mı?"

"Yani çizgi romanlardan bahsetmeye başladığın an sana bir farklı bakmaya başlamıştı."

"Öyle mi?"

Başımı olumlu anlamda salladım. "Öyle."

"Okul çıkışı senden ayrıldıktan sonra beni koridorda yakaladı," dedi düşünceli bir şekilde. "Hatırı sayılır bir süre boyunca sohbet ettik, sonra onunla bir şeyler yapmak ister miyim diye sordu. Ben de işim olduğunu söyleyip kaçtım. Galiba her şeyi batırdım."

Prudence, just like an étoileWhere stories live. Discover now