Bölüm 10

14.8K 1K 64
                                    

Gösteri çadırının dışına çıkmıştık. Adam gitgide çadırdan uzaklaşıyordu.

"Şey fazla uzaklaşmasak olmaz mı?" diye sordum çekinerek.

Adam yavaşça başını çevirerek bana baktı "Merak etme sana zarar verme niyetinde değilim." dedi o insanı hapseden yoğun sesiyle.

"Seni tanımıyorum, sözüne nasıl güvenebilirim?" diye sordum.

Artık yürümüyordu ve tamamen bana dönüktü. Birkaç adım ilerleyerek bana yaklaştı ve "Eğer sana zarar vermek isteseydim bunu yapardım ve sen farkedecek kadar yaşayamazdın." dedi tehtitkar bir sesle.

"İyi, şimdi sana güvenim doruk noktasına çıktı." dedim alaycı bir tonlamayla.

"Çok komik," dedi fısıldıyarak.

"Evet, seni dinliyorum. Bana 'konuşmamız lazım' demiştin." dedim bir süre süren sessizliğin ardından.

"Evet, konuşmamız lazım. İlk olarak, sen kimsin?" diye sordu.

"Ben Buria, pek sen kimsin?" diyerek sorusunu ona yönelttim.

"Buria mı?! Herneyse ben isminden bahsetmiyordum, ailen kim? Soyun hangisi?" diye sordu ciddi bir ses tonuyla. Ama hala yüzünü görmemiştim.

"Ailem içeride gösteri yapanlar ama sen neden bana bunları soruyorsun?" dedim sert bir sesle.

"Ciddi misin? Ailen içeridekiler mi? Hıh, beni bu kadar basit bir yalanla kandırabileceğini mi sanıyorsun, Acemi Druid." dedi alaycı bir ifadeyle.

"Ne?! Dru-ne?! O dediğinde ne? Kötü birşey mi? Bana ne dedin sen?! O kelimenin anlamı ne?!" dedim şaşırarak. Daha önce hiç duymadığım bir kelimeydi.

"Vaay, iyi rol yapıyorsun. Ailen mi öğretti ne söyleyeceğini." dedi hala alaycı bir tonda konuşuyordu.

"Bak daha yeni bana ne dediysen hemen açıkla yoksa bu konuşma burada biter." dedim sertçe.

"Peki o zaman, oyun oynamak istiyorsan oynarız. Druid, doğuştan özel yeteneklere sahip kişilerdir." dedi yapay bir naziklikle.

"Peki bana niye öyle söyledin?" diye sordum.

"Çünkü sen bir Druid'sin." dedi sahte nazik tavrını sürdürerek.

"Ben Druid felan değilim." dedim sertçe.

"Bunu nerden biloyorsun peki?" diye sordu.

"Çünkü 'özel güç' lerim olsa bilirdim." dedim kelimeyi alaylı bir tonda vurgulayarak.

"Hayır bilemezdin çünkü seninkiler düğüm ile bağlanmış." dedi sanki bir kedisi olduğunu söylermişcesine doğal bir tavırla.

"Ya sen hangi hayal aleminde yaşıyorsun?" diye sordum.

"Bak senin oyununla daha fazla uğraşamam, şimdi senle Akademiye gidiyoruz. Hemen eşyalarını topla fazla vaktin yok." dedi ciddi bir sesle.

"Senle bir yere gelmiyorum." dedim ve adama arkamı döndüm, tam çadıra doğru yürümeye başlamıştım ki güçlü bir el kolumu tuttu. "Bırak beni!" dedim sinirle.

"Benimle geliyorsun." dedi kısaca.

"Hayır seninle hiçbir yere gelmiyorum." dedim elinden kurtulmaya çalışarak ama çok güçlüydü.

"Eşyalarının olduğu yer neresi?" diye sordu.

"Sanane! Bırak beni!" dedim hafif bağırarak.

"Sana son kez soruyorum eşyalarının olduğu yer neresi? Yoksa eşyalarınsız gideriz." dedi ciddi bir tavırla.

Aslında direnmeye devam ederdim ama bu adamın şakası yoktu. Eğer beni zorla götürecekse bari yanımda eşyalarım olmalıydı. "Şu tarafta," diyerek serbest elimle yönü gösterdim.

"Aferim, çabuk öğreniyorsun." dedi, yüzünü göremesemde sırıttığına eminim.

Çadırıma doğru ilerledik. Yürürken kolumu bırakmıyordu.
"Madem bu sirktekiler senin ailen, o zaman neden kaldığın yer onlarınkinden bu kadar uzak." dedi alayla.

Soru sormamış olsada cevaplama gereği duyuyordum. "Çünkü en sevdikleri çocukları sayılmam. Ayrıca çadır arkadaşımdan pek hoşlanmıyorlar." dedim kısaca.

"Atçı çocuk mu?" diye sordu.

"Kim?!" diye sordum şaşırarak. Bu sırada çadırıma varmıştık. Ben içeri girip büyük sırt çantama Büyükanne Dolly'nin kitabını, şifalı otlarımı kıfetlerimi ve bir kaç özel eşyamı tıkıyordum.

"Şu atın üstünde dönüp duran paylanço," dedi alayla.

"İlk olarak o paylanço değil, ikinci olarakta o benim çadırımda kalmıyor." dedim.

"O zaman bunun senin çadırında ne işi var?" dedi eliyle Tyler'ın çadırımda unuttuğu tişörtünü göstererek.

"Çün-" birden durdum, "Bundan sanane, çadır arkadaşım o veya değil bu seni ilgilendirmez." diyerek çıkıştım. Zafer benimdi, sesini hiç çıkarmıyordu. Ama aklıma takılmıştı o tişörtün Tyler'a ait olduğunu nasıl tahmin etmişti.

Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Hadi işin bitmedi mi? Seni daha fazla bekleyemem çabuk ol!" diye kızdı.

"Bitti sayılır," dedim son malzemeleri de çantama tıkarken. 

Tüm herşeyi hazırladım ve çadırdan çıktım. Elimdeki çantayı aldı ve "Hadi gidelim," dedi.

"Dur bir dakika, böyle mi gideceğim?" dedim üstümü yeni fark ederek.

'Zaman yok." dedi ve itiraz etmeme fırsat kalmadan tek koluyla belimi kavrayarak bana sarıldı, boştaki eliylede çantamı tuttu. Adamın ayakları alev aldı. Ben olayın şokuyla donup kalmışken adam havalanmaya başladı ve onun kucağıdaki bende onunla havalanıyordum.
Korkuyla kollarımı sıkıca adamın boynuma doladım.

Artık çok yüksekteydik. Etrafızı bir rüzgar sarmalamaya başladı ve adam yeryüzüne göre yatay pozisyona geçti, aşağı doğru sarkmayı bekliyordum ama onun yerine bende yatay pozisyondaydım. Uçuyorduk, bu çok güzel bir duyguydu aynı zamanda ürkütücü. Nasıl oluyorda bir insan kendini hem özgür hemde korkudan ölecekmiş gibi hissedebilir aklım almıyordu. En son daha fazla merakıma dayanamayacağımı düşünerek başımı çevirdim.

Ormanın üstünden uçuyorduk ve saat geç olmasına rağmen ormanın güzellikleri gözler önündeydi. Ormanın oldukça derinlerine geldiğimiz anlaşılıyordu çünkü nereye bakarsam bakayım yalnızca ağaçlar vardı.

Üstünden geçtiğiz alan aynı zamanda eğimli bir araziydi, birçok tepe ve dağdan oluşuyordu. Ağaçların seyreldiği bazı alanlarda akarsuyun parçaları görünüyordu.

Bir süre daha bu şekilde uçtuktan sonra ileride yüksek bir yapı belirmeye başladı.

Yaklaştıkça yapının dev bir şato olduğu anlaşılıyordu. Çok büyüktü ve daha önce bir eşinin daha gördüğümü hatırlamıyordum.

Şato surlarla çevriliydi ve surlar içine en az şatonun on katı kadar geniş bir bahçeyi daha içine alıyordu. Bahçenin içindede bir çok ağaç vardı. Bahçenin içinde bir yapı daha vardı; alçak, tek katlı ama geniş bir yapı idi ve çokda eski durmuyordu.

Şatoya gelince kaç katlı olduğunu anlamak zordu. Ayrıca şatonun her yanında dev kuleler vardı. Hem çok genişlerdi hem de yüksektiler, yüksekliği en düşük olanın yüksekliği şatonunki ile aynıydı. Ama şatoyu en büyüleyici yapan zamanın ötesine aitmiş gibi görünmesiydi.

Şatoya yaklaşınca yavaşladık.
Kucağında olduğum adam yavaşça dikey pozisyona geçti ve yere indi. Tabii ben şatoyu incelemeye kendimi öyle bir kaptırmıştımki "Artık yere indik beni bırakabilirsin,"diyene kadar hala adama sarıldığımın farkında değildim.

Hızla kollarımı çektip ve mahçup bir tavıla "Üzgünüm," dedim sesizce.

Bana aldırmadan yürümeye başladı. Şatonun kapısının önüne gelince dev kapıyı iteledi ve "Druid Akademisine  hoşgeldin," dedi.

Druid AkademisiWhere stories live. Discover now