bir

696 48 102
                                    

"Burayı gerçekten sevmiyor musun?"

Oliver'ın yüzüne baktım. Buradan bahsetmesine rağmen uzun çimenlerin arasından beni izliyordu. Koyu kahverengi gözlerini izlerken neredeyse yansımamı göremeyeceğim kadar saçları ona gölge getiriyordu. Aramıza giren meltemle birlikte kestane, uzun, saçları da hareketlendi. Küçükken annesi, hep saçını kesmek için peşinde koşarken beni güldürürdü.

"Kim demiş?"

"Kasabadakiler."

Sırtımı çimenlere bırakıp, güneşin yüzüme vurmasına izin verirken gözlerimi kapattım. Saçlarım, Oliver'ın kulaklarına sürtünüyorlardı. Gözlerimin üstüne siper ettiğim kolumu da aramızdaki çimlerin üstüne koyunca kollarımız hafifçe birbirine değmeye başladılar. Birbirimizi ittirip, yumruklamaya, çamur yedirmeye çalışırken asla ona bu kadar yumuşak dokunabileceğimi düşünüyor olmuyordum.

"Ne zamandan beri insanları dinliyorsun?"

Güldüğünü duyunca gözlerimi açtım. Dirseğinden destek aldığı kolundaki omzuna başını yaslamışken her ışık süzmesinde daha da kızıl tonları ortaya çıkan kahverengi saçları bir öne bir arkaya düşüyorlardı. On altı yaşına girdiğinden beri arkadaşım olmasına rağmen, içimde ona karşı filizlenmeye başlayan tarifsiz bir öfke başlamıştı. İnsanların beğenip, öve öve bitiremedikleri kişilerle alay edenler biz olurken üç senedir kızların dikkatini çekmesini iki yüzlü bulmuştum. Sanki onun elindeymiş gibi.

"Byron üniversiteye gitmemi söylüyor."

Kalbim sıkıştı. Bu konunun açılıp durduğunu biliyordum ama Oliver'ı bu denli kararsız görmemiştim hiç. Gerçekten gidebilir miydi? Hull'u bırakır mıydı?

"Belki de gitmelisin. Sonunda bir saatte bir cümleyi okuyabilirsin."

Yerden çimi aldığı gibi ağzıma sokmak için atıldı. Hızlıca kalkıp atağından kaçacaktım ki beni kolumdan yakalayıp geri çekti. Başımı iki yana sallayarak elindekilerden kaçmaya çalıştım ama iri eli boynumu tutup, bastırınca pek şansım kalmadı.

Altında tepinen bacaklarımı görmezden gelebileceği kadar ağır ve boyluydu da. Artık. Benden yalnızca iki yaş büyük olmasına rağmen ondan daha hızlı uzamıştım. Yine de pek büyük bir fark sayılmazdı ama onun için öyle olmuştu. Byron onu ahırda çalıştırdığından beri daha çok güçlenip, daha da fazla iştaha sahip olmuştu üstelik.

"Direnmen yalnızca daha çok çimen yemene sebep olacak."

Kollarımla onu üstümden ittirmeye çalıştım ama beklediğimden daha az bir çaba harcayarak kolumu da çimene sabitledi. Yalnızca sol elim boştaydı ama onu üstümden çekmeye yetmiyordu. Ona savurdukça yalnızca daha çok gülmesine neden oluyordu. Bundan yalnızca birkaç seneye kadar onu alt edebilen ben oluyordum. Bu kadar kısa sürede bu kadar güç kazanması da haksızlıktı. Sanki ben çocuk kalan oluyor, o ise gelişen, büyüyen bir yetişkin oluyordu. Zamanın geçmesi bile dostluğumuza bir ihanet gibiydi.

Nefes almak nefret ede ede giydiğim korsenin içinde hep daha zor oluyordu. Sanki büyümek bir cezaydı bana. Oliver'ın erkek olması ona bir ödülken, benim kadın olmam kötülüktü. Korseler, kat kat elbiseler, konulan binlerce kurallar... Şu an dışarıda, bu halde olduğumu annem görseydi kim bilir nasıl bir ceza verirdi. Oysa bundan dört sene önce böyle bir sorun yoktu ortada. İstediğim gibi Oliver'la oynayabilirdim. Bir erkeğe benzerken kurallar yoktu. Özgür olabiliyordum. Zamanla ne kadar kadın olursam önüme o kadar çok sorun çıkıyordu sanki.

Giyymesi çok bir rahatlıkmış gibi bir de soluk boruma, işkence layık görülmüşçe, sıkılıyordu. Yazları bundan özellikle daha çok nefret ediyordum. Terlemeye dahi cürret etmemeliydi bedenim. Oliver da nefes nefese kaldığımı fark etmişti ki boynuma sardığı parmaklarını yavaşça kenara aldı ama tamamen çekmedi. Sıkmıyordu bile. Eskiden bana zarar vermekten çekinmezdi pek ama şimdi beni daha güçsüz mü görüyordu sanırım. Kırabileceği, daha kolay zarar görebilecek bir şey miydim şimdi? Değişen oydu, ben değil.

Lake in the MoorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin