yirmi yedi

225 16 89
                                    

Elma.

Ahırda bir sıra dolusu, parlak, iri elma sepetinden başka bir şeye bakamadım. Bir süre önce yine bu ahırda, Jamie ile konuşmamızı hatırladım. Aynı yerde oturuyordum. Jamie'nin bana elma uzatan eline baktım.

Geçen sefer pek ağzıma süremediğim elmaya uzandım.

Ancak elmayı alacağım an elimden yok oldu. Sanki bir anda buhar oldu. Şaşkınlıkla Jamie'ye baktım. Fakat yerinde değildi. Artık ahırda da değildim. Tekrar, Thompsonlar'ın arka alt bahçesinde veranda odalarından birindeydim. Oliver'ı yarı baygın bir halde gördüğüm yerdeydim. Ve hala orada duruyordu. Mürdüm eriğinden dolayı dudakları kırmızı mor halinde şişti. Ancak normalde olduğundan çok daha solgun, zayıf ve donuktu.

Neredeyse ölü.

Korkarak bir adım geriye attım. Kalçam sepete çarpınca, sepetten meyveler döküldü. Narlar yere düşünce patlayıp taneleri de yere saçıldılar. Birer kan izlerini andırırlarken üstlerine bir at bastı. Bir at değil, Üzüm. Benim atım.

"Huzursuz," dedi arkamdan Oliver. Yine irkildim. Neredeyse eti kemiklerinden düşecekmiş kadar, iskeleti andıran eliyle Üzüm'ü okşadı ancak Üzüm ondan kaçtı. Dokunmasına bile dayanamıyormuş gibi arka iki ayağının üstünde kalktı.

Oliver, uzun zamandır ondan ödünç almış olduğum İlahi Komedya kitabını tuttu. Önüme açtı. Sayfalar kendi kendine hızla geçerken irkilip geriye kaçmaya çalıştım ama Oliver'ın omzumu tutuşu çok güçlüydü. Sonra tek cümlenin üstünde durdu. Oliver parmağıyla harflere dokundu.

"Şeytan, Dante'ye şöyle dedi: Tanrı'yı gerçekten tanısaydın, sen de ihanet ederdin..."

Ben Oliver'ın elinden başka bir yere bakamıyordum hala. Sadece oynayan kemikleri gördükçe içim dışıma çıkıyordu. Üzüm'ü izledim. Nerede olduğumu bile anlayamadığım, karanlık, sisli tarlaların sonundaki kiliseye girdi. Kilisenin sivri çatısı, siyaha boyanmış duvarları ve küçük penceresiyle önce gitmeye cesaret edemedim ama Oliver artık arkamda değildi.

Rahibin sesini duydum. Daphne ve Oliver'ın düğününde söylediklerini tekrarlıyordu. Ancak onu dinleyen kimse de yoktu. Koskoca kilisede tek başınaydı.

"Yılan, Tanrı Yahve'nin yarattığı kırların en kurnaz hayvanıydı. Kadına sordu: Demek Tanrı, bahçedeki tüm ağaçlardan meyve yemeyeceksiniz dedi? Kadın yılanı yanıtladı. Bahçedeki ağaçların meyvesinden yiyebiliriz. Ama bahçenin ortasındaki ağacın meyvesinden, Tanrı dedi ki, yemeyeceksiniz, dokunmayacaksınız, çünkü ölürsünüz.

Yılan kadına karşılık verdi: Hiç de değil! Ölmezsiniz! Ama Tanrı bilir ki, o ağacın meyvesinden yediğiniz gün gözleriniz açılacak, iyiliği ve kötülüğü bilen Tanrılar olacaksınız. Kadın gördü ki ağacın görüntüsü hoş, yemeği mideye şifalıdır ve o ağaç, akla kavuşmak için arzulanır. Meyvesini kopardı ve yedi. Yanındaki kocasına da verdi ve o da yedi. İşte o zaman ikisinin de gözleri açıldı ve çıplak olduklarını anladılar."

Rahibin başlığı yüzünü kapatıyordu. Belindeki kalın ip dışında cübbesinde başka bir şey taşımıyordu. Bir adım attım. Tekrar bir adım. Başını kaldırmasını bekledim. Fakat aramızda bir karıştan daha az mesafe kalana kadar ona yaklaşmak zorunda kaldım.

Başlığını çıkarttım. Adamın kim olduğunu çıkaramıyordum ama tanıyormuşum gibi hissediyordum. Mavi gözleri, uzun küllü kahve saçlarında bir şeyler görmeye çalıştım. Dikkat çekici bir güzelliği vardı adamın fakat yüzü daha çok bir hare, tamamlanmamış bir çizim ya da ilizyon gibi titriyordu. Oliver'dan, Jamie'den ya da hayatım boyunca gördüğüm tüm kadın ve erkeklerden daha güzel görünmesine karşılık ondan uzaklaşma isteğim her geçen saniyede daha da artıyordu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Aug 03, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now