iki

225 30 86
                                    

"Buradan sonra kendim gidebilirim," dedim ayağım çamurun içinde girip çıktıkça korkunç bir ses duyuluyordu. Sesi kesmesi için ayağımın topuk kısmıyla ilerlemeye çalıştım ama biraz göle doğru yalpalayınca Oliver refleksle belime bağlı kumaşı yakaladı. Ne yapmaya çalıştığımı anlayınca, beni yolun kuru kısmına koyup kendisi çamurdan yürümeye başladı. Benden çok daha ağır olduğundan ses şimdi daha toktu.

"Olmaz," dedi sadece. Bir neden söylemedi. Adımları ne hızlı ne de yavaştı. Benimkilerle bazen senkronize gidiyorlardı. Eteğimin ucundaki çamur, botlarımla alt bacağıma çarptıkça ıslak hissini bırakıyordu.

Evimin ışıkları görününce durdum. Benimle birlikte Oliver da durdu. Ay ışığının altında, tuttuğu fenerden yansıyan gölgeler kemikli yüzünde dans ederken acelesi yok görünüyordu. Ben konuşana kadar konuşmayacaktı sanki.

"Benden gizlediğin bir şey mi var?"

"Niye böyle söyledin?"

"Bugün yemekte çok gizemli konuştun."

"Artık İngilizce'yi de mi anlayamıyorsun, Connie?"

"Boş ver," dedim çoktan ona sorduğum için pişman olmuştum. Kuru otların üstünde botlarımın kirini çıkarmaya çalıştım ama Oliver kolumu tutup önümde durdu. Gözlerine bakmak için başımı kaldırmak zorunda kaldım. "Hayır, lütfen söyle."

Kolumu tutan elini ittirdim. Yemekte İkizlerin endişelenmemem gereken konu olduğunu söylemişti. O halde başka biri mi vardı? Ona bunu sorup haftalarca merak ettiğime dair kızdırma kozunu vermektense zamana bırakmak daha çekici geliyordu şimdi.

Annemin camda beklediğini görünce evime doğru yöneldim. Bu sefer bana mani olmadı ya da tutmaya çalışmadı. Ama ben durdum. Arkamda beni izlediğini biliyordum.

"Gerçekten gidecek misin?" Dedim sonunda.

Oliver'a dönünce yüzünde şaşkınlığı gördüm. Birkaç saniye içinde göğsü rahatlamış gibi gevşedi. Gülümserken başını iki yana salladı. "Hayır," dedi sonunda. "Henüz değil."

"Ne zaman?"

Oliver bana doğru bir adım atıp aramızdaki boşluğu doldurmak istedi. "Geri döneceğim," dedi. Konuşurken nefesi yüzüme vurdu. "Gidersem bile geleceğim."

Hiçbir şey demeden gözlerine baktım. Bedenim ona yakın olmak istedi. Belki sarılmak. Gözlerim onu görüyor, kulaklarım onu duyuyor, aklım benliğini algılıyor olsa da sanki kendimi burada gerçekten olduğuna ikna edemiyordum.

"Geri dönmek için bir sebebin yok sanıyordum."

"Var," dedi bana gülmeye devam ediyordu. Fazla güçsüz davranmıştım. Onun gitmesini istemediğimi, gitse bile dönmesini istediğimi, beni bırakmamasını istediğimi açık etmiştim. Elimde değildi. Kimsenin gitmesini istemiyordum. Buradan nefret ediyordum ama Oliver içinde olmadan cehennem yanında tatlı kalacaktı.

"Babam gibi yapacaksın."

"Hayır," dedi hızlıca. Baş parmağını yanağıma koyunca tekrar dengemi hissetmek zorlaştı. Eli sıcaktı. Tenimin üstünde tane tane, kum gibi his bırakan toprağın varlığını Oliver silmeye çalışınca daha çok hissettim. Gözümün altında gezinen parmağı yanağımdaki boşluğa indi. Artık hala kiri mi almaya çalışıyordu yoksa yalnızca yüzümü elleriyle mi görmek istiyordu çözemedim. Konuşmak için ağzımı aralamışken dudağımın üstüne getirdi parmağını. Kalbim ruhumu bile sıkacak kadar içime batan korsemden dışarı atlayacak sandım. Oliver da şimdi gözlerime değil, parmağının tenimde izlediği yolu takip ediyordu. Oliver ile hep yakındık. Beraber birçok kez uyumuştuk, aynı yerde yıkanmıştık, birbirimize girip kavga etmeden geçen günümüz yoktu neredeyse. Ama dokunuşları daha yumuşak, daha farklı olmaya başladığından beri ellerinin varlığını daha çok hisseder olmuştum. "Bunu sana asla yapmam."

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now