on üç

204 26 244
                                    

"Kuzucuğum, ağlamayı kesecek misin artık?"

Luni getirdiği yemek tepsisini masamın üstüne bırakıp yanıma geldi. Sırtımı ovaladı. Annemden saklamaya çalıştığım ruh halimi Luni çözmüştü çoktan. Üzgün üzgün iç çekti ama bunu duymak ve sorularına maruz kalmak daha acı verici oluyordu.

"Ağlamıyorum," dedim yüzümün kuruluğunu gösterdim.

"Canım benim nasıl soldun, nasıl süzüldün. Bak sevdiğim susamlı ekmekten yaptım. En azından onu yesen? Hmm. Miss gibi."

"Aç hissetmiyorum, Luni."

"Ama ya hastalanırsan, şekerparem. O güzel pembe yanaklarını, ışıl ışıl gözlerini göremezsek ne olur?"

Yatakta doğrulup uzattığı ekmeği aldım. Bölebildiğim kadar çok parçaya bölerken kırıntıları ve susamları yatağıma düştü. Luni'nin belki de ilk kez bana bu yüzden kızmayacağını bildiğimden umursamamamın keyfini çıkardım en azından. Ne kadar keyif denebilinirse.

"İyiyim, Luni. Midem ağrıyor sadece."

"Çünkü Bay Oakley ile küssünüz. Bilirim ben. Etrafta gözükmediğinden anlamalıydım da zaten. Ne zaman küsseniz böyle üzülürsünüz işte. Bu sefer ne yaptı?"

Oliver'ın adını duymak bile yüzümü buruşturmama neden oldu. Oliver yüzünden bu halde değildim. Yani sadece Oliver yüzünden. Yazın bitmesiyle birlikte tekrar berbat bir soğuk dönemi başlıyordu. Artık nadir olan güneşli günler neredeyse kaybolacaklardı. Ben ne yapacaktım peki? Artık ne bana öğrendiği her şeyi gösterecek bir öğretmenim, ne bir arkadaşım, ne de keşiflere çıkabileceğim iklimim vardı. Tüm gün evde ya anneme model olarak ya da evin sıkıcı işlerine yardım ederek zaman öldürmek zorundaydım. Tippy bile benimle oynamak için fazla yaşlıydı.

"Hiçbir şey." Belki de bu kez ilk defa gerçekten de hiçbir şey yapmamıştı. "Nasıl bu kasabadan gideceğim, Luni?"

"Belki durumu epeyce iyi bir aristokrat bulursun canım. Hatta, sendeki bu güzellikle, asil biriyle bile evlenebilirsin. O zaman her istediğini yapacak biri olur işte."

Çalışamıyor, parayı kazansam bile kendimin yapamıyordum. Bir erkek olmadan tutsaklığa mahkumdum ama eğer ki duygularımı takip ederek evleneceğim bir evlilik yaparsam da kendi kendimin tutsağı olacaktım. Babam belki çok daha genç olsaydı o beni yüreklendirirdi. O benim için fedakarlık yapardı. Ancak artık o da bir iş adamıydı. Hayalleri, yetenekleri ve umutları para karşılığında ezilip büzülmüştü.

"Annemin giysilerini çalarım belki. Sonra da hepsini satar, saçlarımı keser ve bir erkek gibi gezerim."

"Yalnız sizi değil, beni de öldürür canım. Tippy'i satarsın belki."

"Tippy bir maden dolusu altından bile değerli. Asla ondan olamam." Üstelik epeyce yavaşlayan ve gözlerine gelen tüylerin sık sık kesilmesi gereken Tippy'i birinin isteyeceğinden de şüpheliydim.

Luni saçlarımı okşamaya devam etti. İçimdeki boşluğu ekmek kırıntılarıyla doldurmaya çalıştım. "Thompsonlar epey zengin insanlar. Seni de çok seviyorlar, anladığım kadarıyla. Onlara iyi dostluk edebilirsin. Özellikle de James Thompson'a." Kendi kendine kıkırdadı. "Gözlerini senden alamıyor."

Evet, kim bilir hangi hakareti sıralamak için.

"Thompsonlar'ın yeni bir gözdesi var. Oliver. Orada olmamdan hoşlanacağını sanmıyorım. Benimle arkadaş olmak istemediğin çok açık bir dille belirtti."

"Bay Oakley'e göre ne zaman hareket ettin ki? Madem arkadaşın olmak istemiyor, o halde yeni arkadaşlar edinmenin de önüne geçmesine izin verme. Oliver güzel bir çocuk olabilir. Ama soğuk. İnsanlara ısınması güç. Kedi gibi, kendini pek sevdirmeyi sevmez. Ama sen herkesi gülümsetmesini, sevdirmesini bilirsin o tatlı yüzün güzel gülüşünle bakışınla. Bu kadar zaman üzüldüğün yeter. Kalk artık. Hadi. Yapılacak çok iş var."

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now