yirmi altı

138 15 187
                                    

"Kraliyet köpeğine benziyorum."

Aynada annemin diktiği en az yirmi sekiz katı olan elbisenin içinde zorla hareket edebildim. Annemse hayal kırıklığına uğramış görünüyordu. "O kadar uğraşmıştım ki..."

Babam oturduğu yerden kıkır kıkır gülerken benim arkama geçip aynada bize baktı. "Ama çok güzel bir kraliyet köpeği."

"Jamie fikrini değiştirirse bu zavallı çocuğun suçu olamaz."

"Ne kadar emeklerinin en büyük hayranı olsam da, Connie'ye katılmak zorundayım Bayan Griffiths. Eğer olur da oğulları kızımızın adını lekeleyerek düğünden kaçacak olursa, iş yaptığım Bay Thompson ile de sonumuzu senin fırfır tutkun getirsin istemem."

Annem babama ters ters bakınca babam da tekrar yerine oturdu. Rosie ve Jane ise bana değil, babama bakıyorlardı. Gerçekten ne istediğimi tek önemseyen babam ve Luni imiş gibi görünüyordu.

"Peki. Sadece düz bir etek yapacağım. Tülleri göğsünde olur. Kuşağı arkada. Duağın ile aynı kumaştan yaparım. Olur mu?"

Başımı salladım. Ne olursa olsun bu giydiğimden daha iyi olacağına emindim. Nefes almak için cama uzandım. "Bir şey yemem gerek."

"Asla olmaz," dedi Daphne yerinden fırlayıp. Altın renkli saçları da onunla uçuştu. "Kıyafetine potluk yapamaz. Gövdene ve göğüslerine oturmalı."

"En azından su?"

"Hayır," Rosie gözlerini belertti. "Bu senin, hayatının en önemli günü. En iyi halinle gözükmek istersin, değil mi?"

"En önemli günü demezdim de..."

"Biraz nefes al. Annen de etekten katları çıkarır. Tamam mı?"

Kabul edebileceğim en iyi teklif bu olduğundan sadece sustum. Odadan da babam dışında hepsi çıktı. Thompsonlar'ın evinde olmaktan nefret ediyordum ama annem burada daha rahat çalıştığını o kadar çok kez tekrarlamıştı ki Bayan Thompson sonunda giyinme odasını teklif etmişti. Bahçede koşuşturan Ida ve ve Cora'yı izleyen Edith'in yerinde olmayı dilemekten kendimi alamıyordum. Hiçbir şeyin sorumluluğunun altında olmamak kadar ikgi çekici bir şey olamazdı şu an gözümde.

Şimdiyse midem stresle bulanıyor, nefes almak için çırpınırken bu deli gibi kaşındıran kumaşları üstümden atmak için dört gözle bekliyordum.

"Mutlu musun?"

Babam omuzlarımı sıktı. En gerçekçi gülümsememle karşılık vermeye çalıştım. Çünkü içimi çok rahat görmesinden korkuyordum.

"Evet. Elbette. Evleniyorum. Annem epey mutlu olacak."

"Ama sen olacak mısın?"

Kaşlarımı çatıp babamla göz göze gelebilmek için döndüm ona. Hala annem gibi epey genç görünüyordu. Henüz kırklarında bile değildi ve birkaç beyaz teli vardı ancak bu bile ona mani olmuyordu. Yalnızca Londra hayatı onu yormuş görünüyordu.

"Jamie'yi sevdiğini sanıyordum."

"Jamie'yi severim. Fazlasıyla. Onu henüz küçük bir oğlanken kötü İtalyan aksanı olduğu zamanları hatırlarım. Yakışıklı, soylu ve sana her zaman kibar olacağından emin olduğum bir çocuk. Ama sorun şu ki kararın beni şaşırttı. Senin bu tür şeyleri umursayan bir kız olduğunu düşünmemiştim hiç."

Ah. İşte beklediğim o acıtıcı sözler.

"Baba, Jamie bunlardan daha ötede biri. Sadece bunun için onunla evlenmediğimi biliyorsun."

Lake in the MoorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin