yirmi beş

140 15 227
                                    

Sivri tırnaklar çenemde gezinince ürperdim. Bir şeyler koşuşturuyordu. Birinin çok uzaktan hayır dediğini duyuyordum sanki. Göğsüm sıkıştı. Bedenimdeki kaslar gergindi. Gözlerimi açtım. Ancak karanlığın ortasında sadece bana bakan bembeyaz iki gözün fısıldadığını duydum.

"Uyan."

Ter kan içinde yatağımdan kalktım. Bu, bu hafta içinde gördüğüm kaçıncı kabustu bilemiyordum. Tirtir titreyerek merdivenlerden aşağı indim. Luni'nin hazırladığı kahvaltıya büyük bir mide bulantısı ile oturdum. Neler olduğunu hala çözemiyordum. Ormanda başıma gelenlerden sonra kendimi sadece öylesine etrafta dolanan bir ruh gibi hisseder olmuştum. Aylar geçiyordu. Bahar çoktan gelmeye başlamıştı fakat hala ölümlere bir açıklama, karşılaşılan talihsiz olaylara bir çözüm getiren olmamıştı.

Bense sadece ardı arkası kesilmeyen kabuslarla yüzleşiyor, bir gün daha birinin başına bir şey gelmemesi için dua etmekten başka hiçbir şey yapamıyordum.

İlk kez Tanrı'ya yalvarmaktan başka hiçbir şey yapamayacağımı kabul edecek kadar çaresiz hissediyordum kendimi.

Oliver'ın okulla işi çok yakında bitecekti. Bu yüzden geldiğinde daha sık kaldığını biliyordum. Ancak Thompsonlar'ın malikanesinde geçirdiğim son günden beri onu görmüyordum. Ki doğrusu da bu olmalıydı. Daphne, Jamie ve annemin böyle daha mutlu olduğu açıktı. Oliver da beni görmek için bir çaba harcıyor gibi görünmüyordu- haklı bir davranışta bulunarak.

Sonuçta artık Daphne ile ikisi nişanlanlılardı. Bana seçim şansı sunmuştu. Birçok kez. Ben de ona ne istediğimi söylemiştim. Yo, hayır. Ne istediğimi değil. Ne olması gerektiğini.

"Connie çok yaramaz bir çocuktu," dedi Luni el işini örürken sesini duydum. Merdivenlere oturup gizlice kiminle konuştuğunu dinledim. "Manavda arkasından atılmayan meyve, öğretmenlerden yemediği tebeşir, beyaz çarşaflarını asan kadınlardan duymadığı azar kalmamıştı. Ne söz dinler, ne utanır, ne de hayırdan anlardı. Hatta bazen bu minik cadının insanları sadece kızdırmak için yaramazlık yaptığını düşünürdüm."

"Bayan Griffiths zor zamanlar geçirmiş olmalı."

Jamie.

"Çok. Hele de babası gittiğinde. Bay Giriffiths geldiğinde dizinden ayrılmaz, uslu uslu yalnızca babasının hikayelerini dinler ve getirdiği oyuncaklarla oynardı. Çok sevdiği Oliver'ın bile pabucu dama atılırdı onun gelmesiyle. Zaten Bay Griffiths de hiç sert bir adam değildir. Tek kızını şımartabildiği kadar şımartır, minik iblisliklerini hoş geçerdi. Ancak tekrar gitmesi gerektiğinde kızcağız yemekten, uykudan kesilir günlerce cama bakakalırdı. Geçen birkaç haftanın sonunda da yine tüm yaramazlıklara devam ederdi."

"Size de zor zamanlar yaşatmış," dedi. Biraz güldüğünü duydum ve Luni ile çocukluğumun epey sıkıcı ve yüz kızartan anılarını dinlemek zorunda kaldığından onun için kötü hissettim.

"Hem de ne. Hiç durmak bilmezdi. Bazen Oliver onu durdururdu ama küçük şeytan herkesi nasıl idare edeceğini de iyi bilirdi. Ne zaman onu fırçalayacak olsan insana diktiği kocaman gözleri, gamzeli tonton yanakları ve sevimli suratıyla insana söyleyeceğini ta küçücük bir çocukken unuttururdu. İnsanlar ona hayranlıklarından mazur görürlerdi hep onu."

"Ya Oliver? O epey somurtkan bir çocuk gibi."

"Öyledir de. Çok çekti o da yavrucak kaç senelerce. Yalnızca gerçekte gülümsediğini Connie'nin yanında görürsünüz. Connie'nin keyiflendiremeyeceği insan yoktur."

Ben beni aşağılayacak kibar bir şaka beklerken beni şaşırtarak, "katılıyorum," diye mırıldandı Jamie. Belki de hala ayı kapanındaki gün için kendini suçluyordu. Ya da- onun eşi olmaya yaklaştığım her gün için daha olumlu bir profil çizmesi gerektiğini düşünüyordu.

Lake in the MoorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin