on sekiz

226 24 202
                                    

Günlerin Oliver olmadan çok daha zor geçeceğini düşünüyordum. Ama Walsh'ın da ölümünden sonra güneş battığında kasabada pek kimse kalmaz olmuştu. Herkes evlerine çekilip, ormandan ellerinden geldiğince uzak duruyorlardı. Sabahları anneme yardım ediyor, bazen fırına fazladan hamur götürerek para biriktiriyordum. Sonbahar kendini kışa tamamen bırakmadan önce bahçede çimlerin üstünde, Tipper ile uzanarak kitap okuyacak daha çok zamanım oluyordu şimdi.

Oliver arkadaşım olmak istemiyordu. Jamie ile anlaşmamızın mümkünatı yoktu ve Daphne'yi görmek bana acı getiriyordu. Tipper ve pasaklı patileri ile sürdürebilecektim kalan zamanımı. En azından buradan gidene kadar. Paramı biriktirene kadar. İhtiyacım olan her şeyi alıp, geride bırakacak hiçbir şeyim kalmadığından emin olana kadar.

Bileklerim ağrımaya başlayınca kitabı kenara bıraktım. Tipper cildini biraz yaladı ama tadını beğenmediğine ikna olunca burnuma yöneldi. Yüzünü ittirip, gülerken sırtım yere düştü. Tipper yanıma kıvrılınca sıcaklığıyla diken diken olmuş tüylerim yatıştılar sanki. Çamurda, tozda, toprakta dolaşmaktan dolayı tüyleri biraz sertlerdi ama kesinlikle her zamanki gibi sıcacıktı.

Güneş aniden kesilince gözlerimi saniyesinde açıp, yerimde doğruldum ama alnım başka bir alna sertçe çarpınca acıyla inledim. Daphne de benimle birlikte yüzünü buruşturup alnını tuttu. Önüme oturmak için kendini çimene atınca eteğinin içi hava dolup balonun içinde kaybolmuş gibi göründü.

"Daphne, aklını mı kaçırdın? Neden ses çıkarmıyorsun?"

Çoktan kızarmış alnını ovuşturmaya devam ederken surat astı. "Çıkaracaktım. Eğer aniden kalkıp bana bir sarsıntı yaşatmasaydın."

Birbirmize acı ve şaşkınlıkla bir süre baktıktan sonra bacaklarımı bağdaş yapıp elini alnından çektim. Evet, kesinlikle kızarıktı ama çok da kötü görünmüyordu. Daphne'yi haftalardır görmüyordum. Bu yüzden Jamie'nin ya da Oliver'ın sonunda bir şeyler itiraf ettiğini ve Daphne'nin de evinde ölmem için Tanrı'ya yalvarmakla meşgul olduğunu sanıyordum. Kilisede görüyordum ama selam vermek Jamie yanlarında olurken çok zor oluyordu. Birkaç kez onu kasabadaki tavernaların birinden ve demirci ustasından çıkarken de görmüştüm.

Ya birbirimizi görmezden gelmekte fazla başarılıydık ya da gerçekten o kocaman burnundan altındaki kimseyi göremeyecek kadar kalın kafası havada yürüyordu.

Ancak Daphne buraya kadar gelmişti. Tam olarak öfkeli göründüğünü de söyleyemezdim. Hem annem ile Bayan Thompson'ın arası, annemin eser elbisesini aldığından beri eskisinden bile iyiydi. Tüm kasabada kendimden nefret ettirmediğim bir kişi bile kalmamıştı sanırım. Daphne'nin de yalnızca durduk yere beni düşmanı olarak listelemesine şaşırmazdım.

"Burada ne işin var? Birazdan hava kararacak. Evinden çok uzaktasın. Atın nerede?"

"Ortalıkta görünmüyorsun. Önce yanlış bir şey söyleyerek seni gücendirdiğimi düşündüm ama Jamie senden bahsettiğimde o çirkin burnunu kırıştırınca bir şeyler döndüğünü anladım. Biraz geç oldu, çok üzgünüm. Ama Jamie pek duygularından bahsedebilen biri değil. Mağara adamından farksızdır. Ne şiirden anlar, ne ince hislerden, ne de sevgiden. Seni kırdı, değil mi?"

Daphne'nin bu kusurlu gözlem yeteneği beni güldürdü. Zavallı kızcağız her şeyden habersizdi. Habersiz olması bir yana, bir de suçlu benken kendinde hata aramıştı bunca zamandır.

Suçlulukla dolan midem yüzüme de yansımış gibi Daphne daha da endişeli göründü. "Üzgünüm. Söylememeli miydim?"

"Hayır, hayır. Jamie yanlış bir şey yapmadı. Sadece sana karşı korumacı. Ve insanlar hakkında çıkarımlar yapmayı seviyor."

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now