on

209 26 195
                                    

Oliver'ın odasının camının önce kilitli olduğunu sandım ama biraz zorlamamla açıldı. Benim odamdaki ağaç yerine, Oliver'ın odasındaki ağaç daha emniyetsiz görünüyordu. Ama ben, Oliver'dan daha hızlı ve hafiftim. Üstelik buradan düşmek yalnızca kolumu biraz incitebilirdi herhalde. Yıllar içinde en az hasarı veren düşüşü bulmuştum.

Elimden geldiğince yumuşak attım adımlarımı. Oliver bu saatlerde, çiftliğe gitmiş olduğundan aşağı yukarı yarım saate döneceğini düşünüyordum. Bu yüzden yeni kitaplarından birini alıp okuyarak onu beklemeyi planlıyordum odasında ama bir anda yastığa gömülü kestane saçları görünce olduğum yerde kaldım.

Teni o kadar beyazdı ki onu niye çarşaflarının arasında seçemediğimi anlamıştım. Yüzükoyun, üstü çıplak bir şekilde yattığından yaralarını açıkça görüyordum şimdi. Yüzü yastığın soluna doğru eziliyordu. Nefes almamın bile onu uyandıracağından korkarak yatağın yanında çömeldim. Yüzünü görmek için; gür, dolaşmaması için sık sık taranması gereken saçlarını yüzünden çektim biraz. Nefesleri ağır ama huzurluydu. Kolunu yastığının yanına koymuştu. Kaşları çatılı değilken, gözleri karanlığa kaçmazken ve dudaklarını kemirmezken çok daha yaşını gösteriyordu şimdi. Dingin ve endişesizdi. Soluk yüzündeki tek renk göz kapaklarındaki morlu mavili damarları ve aralık duran soluk pembe rengindeki dudaklarıydı. Sivri burnu kumaşın üstünde eziliyordu yanağıyla beraber.

Ve çok güzeldi.

Oliver belki sıradan yakışıklı kalıplarından biraz daha farklıydı. Son birkaç yüz senedir uyumamış gibi görünen gözlerinin baygınlıkları ve karışık kestane saçları ile onu görür görmez insanın dış görünüşü hakkında hissedeceği ilk şey çekinmek olurdu belki. Ama insanı ürküten bu güzelliği kalıpların çok daha ötesindeydi. İnce uzun yapısına rağmen geniş göğsüne oturan geniş omuzları, uzun boynu, kemikli elleri ile sivri yüz hatlarının üstündeki incecik deri onu farklı ve dikkat çekici yapıyordu. Göreni kendine çekiyordu, tehlikeye ve tekinsizliğe davet ediyordu ama giden kimse de seve seve gidiyordu bu yolda.

Oysa küçük bir çocukken böyle birine dönüşeceğini tahmin etmiyordum. Ya da edemiyordum. Dört yaz öncesi ona kesinlikle Tanrı'dan gelen bir armağan olmuştu.

Elimi sırtına koyunca tırtıklı his avucuma battı. Onun canının yandığını bilmek önce acı bombasını sonra da öfke dalgasına sebep oldu. Tanrı'nın ölümlü gözlere bir armağanı olarak gönderdiğinden emin olduğum bu kişiye nasıl zarar verecek kadar merhametsiz ve nimetsiz olabiliyorlardı? Ya da Cathy kadar iyi yürekli bir kadına karşı? Bedenim cayır cayır alev alıyordu öfkeden. Geniş, yorganın altındaki beline doğru incelen bedenindeki herbir yara izi için ayrı ceza almalıydı insanlar.

Elimi hızlıca onun üstünden çektim. Sınırı yine ne zaman çizmem gerektiğini bilememiştim. Oliver'a karşı kendimi durdurmam gereken anlar hep kaçıyor gibiydi. Böyle giderse korktuğum felaketin içinde bulacaktım kendimi. Güzelliğine kapılmak, koruyucu işgüdülerin yabaniliğine karşı koyamamak, ona dokunmak... Yalnızca Daphne'den bahsettiği için kapıldığım mide bulandırıcı histen dolayı ondan bu kadar uzaklaşmaya çalışırken şimdi burada durmuş her şeyin tersini mi yapıyordum?

Geri gidip camı tekrar açtım ama bu sefer dışarıda havlayan Morris beni uzaktan tanıyamayınca delirdi. Daha da fazla havlamaya başladı. Panikle camı tekrar aşağı çektim ama bu sefer de hızlı davranmamdan çok ses çıkardı.

Korkuyla Oliver'a baktım.

Hah.

Hala uyuyordu.

Ancak fazla erken sevinmiştim çünkü camdan bacağımı atmamla dizili birkaç kitaba çarpıp devrilmelerine neden oldum ve bu sonunda Oliver'ı uyandırdı.

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now