altı

187 28 87
                                    

Tekrar karanlık olunca çığlık atıp elimdeki sivri kazığı savurdum ama bileğimi tuttuğu gibi kazığı da bir kenara attı. Çırpınıp, bağırmaya ve tekme atmaya çalıştım ama "Connie," sesiyle durdum.

"Oliver?"

Beni bir yola doğru çekiştirmesine izin verdim. Sonunda kendi evimin halısını, Tipper'ın karnını kaşımam için kendini yere atmasıyla tanıdım. Soluk soluğa ve sırılsıklam şekilde Olive'a baktım. O da ruh görmüş gibi bana bakıyordu. Ama gördüğüm kişi Oliver değildi. Bundan emindim.

"Sen aklını mı kaçırdın?" Kapıyı arkamdan kapatıp kilitledi. Luni'yi görür görmez çorba ısıtması için ricada bulundu ama sesindeki öfkeyi o zaman bile saklayamadı. "Sen gerçekten akıl sağlığı yerinde olan biri olamazsın. Delinin tekisin. Ne zaman delirdiğini de söylemek güç açıkçası. Belki de böyle doğdun. Daha önce fark edememek benim hatam."

Oliver konuşuyordu ama sözlerini yalnızca duyuyordum. Kalbim durmak üzereydi. Gök gürüldeyip, tüm tarla aydınlandığında gördüğüm kişi belirip belirip kayboluyordu. Oliver değildi. Oliver olmayacağını anlayabilecek kadar ezberimdeydi.

"Sorumsuz olduğunu biliyordum ama bu? Louise'i ne kadar korkuttuğunu biliyor musun? Daveti mahvetmemek için kimseyi panikletmemeye çalıştı ama sen— beni dinliyor musun?"

Başımı kaldırıp Oliver'ın adımı üst üste birkaç kez söylemesiyle yüzüne yine baktım. Islanan saçlarının ateşe yaklaştığından kurumaya başladığını fark edince beni çoktan şöminenin yanına getirmiş olduğunu gördüm.

"Connie," dedi yavaşça. Sesindeki öfke yok olunca onu algılamam daha kolay oldu. "Neyin var? Tir tir titriyorsun."

Yanağıma yapışmış bir saçı çekti. Hala yüzüm ıslak olduğundan kendi gömleğinin kolunu kullanarak birkaç damlayı da aldı. "Luni," dedi benim konuşmadığımı görünce panikle. "Luni buraya gel, çabuk lüfen."

Başımı iki yana salladım. İyi olacaktım. Yalnızca tüm hayatımı geçirdiğim bu yerin evime dönerken bile bu kadar tehlikeli olabileceğini düşünmemiştim. Ya da en azından benim tehlikeye bu kadar yaklaşabileceğimi.

Luni eğilince yere çoktan çökmüş olduğumu anladım. Oliver bu yüzden bu kadar endişeli görüniyordu sanırım. Yoksa öfkesinin azalacağı yok gibiydi.

"Ne oldu? Connie, çöreğim beni duyuyor musun?"

Başımı salladım. Elbisemin arkasını işaret ettim. Luni bir şey anlamayarak elbiseme baktı ama Oliver fazla sabırsızdı. Masadaki bıçaklardan biri aldığı gibi en üstteki bağcığı kesince tüm kaburgalarım yerlerine döndüler. Göğüs kafesim özgürlüğüme kavuşunca başımın dönmesi bir nebze daha azaldı.

"Ona neden bu eziyeti yapıyorsunuz? Nefes almasına izin verilmesi onu daha az hanımefendi ya da daha az uygun bir aday yapmıyor. Biliyorsunuz ölürse pek güzel görünemez."

Luni'nin suçu değildi. Aslında annemin bile suçu değildi bence. Onlara öğretilen buydu. Bana da öğrendiklerini öğretmeye çalışıyorlardı ama tek bir farkla ben bunun için eğitilmemiştim. On dört yaşımdan beri bulduğum her fırsatta bunları keserek anneme eziyet etmiştim.

Fakat şimdiki sorunum bu aptal korselerden çok daha farklıydı.

"Bay Oakley, Bayan Griffiths bazen sert olabiliyor biliyorsunuz. Bu davette çok gergindi. Ben..."

"Biliyorum, Luni. Üzgünüm." Oliver'ın elini sırtımda hissettim. Yanıma oturup ateşe yakın olduğumdan emin oldu. "Çok korkmuştum. Ve kızgındım. Çorbayı getirebilir misin lütfen? Connie hala ısınamamış."

Lake in the MoorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin