yirmi iki

134 24 123
                                    

Söylene söylene eteğimi, bluzumun üstüne giydim. Korsemin bağcıklarını sıkıp, hızlıca bağladım. Aynamın önünde saçlarımı taramaya çalıştım ama tel tel olup ayrıldıklarında üstünde kokusu odama yayılsın diye bırakılmış gül yapraklı suya elimi batırıp saçlarıma sürdüm. Belimden aşağıya uzanan dalgaları kontrol etmesi zorlaşırken ne diye kestirmemekte inatçı olduğumu anlayamıyordum. Belki eskiden anlayabilirdim ama şimdi? Artık ne Oliver'ın bende neyi sevdiği ya da ne düşündüğü umurumda olmalıydı ne de onun beni güzel bulup bulmayacağı.

Elimdeki tarağı bıraktım. Elim annemin makaslarından birine uzandı. Uzun bir süre makasa baktım. Sonra da aynadaki kendime. Kahverengi saçlarımı elimde dolayıp bir kenara çektim. Oliver saçlarımı beğendiğini söylediğinde sadece on dört yaşındaydım. O zamandan beri saçıma birinin dokunmasına izin verdiğimi hatırlamıyordum.

"Connie!"

Luni elindeki çamaşırları bırakıp hızlıca yanıma geldi ve makası elimden aldı. Bana sanki bir insanın saçını kesmesi yapabileceği en korkutucu şeymiş gibi bakıyordu.

"Ne yapıyorsun!"

"Saçlarımı kesecektim."

"Neden!"

Omuz silktim. Luni saçlarımı arkama alıp bıraktığım tarağı da aldı. Aynı saçlar aynı tarak olmasına rağmen o taradığında her şey daha kolay görünüyordu. Kokulu yağlardan birini aldı. Ayrılan tellerin üstüne yedirince saçlarım daha çok parlamaya başladılar. Hepsini arkaya alıp kulaklarımın arkasına soktu saçlarımı da. Yüzümün açılmasını sağladı.

"Gördün mü? Bütün bu güzelliği bozacak kadar da taş kalpli olamazsın, çöreğim. Bu saatte hazırlanmış nereye gidiyorsun?"

"Jamie'yi görmem gerek." Onu öldürecektim. Gerçekten Daphne'ye söylediklerine inanamıyordum. Sanırım Daphne'yi de öldürmek istiyordum. Dünden beri tek düşünebildiğim, bana uykuya dalmakta bile zorluk çektiren düşünce buydu.

Luni yüzünü astı. Hiçbir şey söylemeden arkasında bıraktığı eşyaları toplamaya başladı. Ben de şaşırıp yerimden kalktığım gibi yanına geldim. Eşyaları alıp ona yardım etmeye çalıştım ama izin vermedi.

"Neyin var, Luni?"

"Annen. Dün olanları anlattı. Jamie mi? Beraber vakit geçirdiğinizi biliyordum ama bu karar?"

"Kimseyle evlendiğim yok," dedim ayakkabılarımı yatağımın altında atarken bir tanesini Tipper'ın ağzına gördüm. Tüm karlar erimiş, bugün şaşırtıcı bir şekilde Misty Moor kör edici sisinden arınmıştı. Mart ayına yaklaşıyor olmamızla, soğuk kırılır oluyordu bazen. "Annem büyütüyor her şeyi."

"Bay Thompson ile evlenmeyeceksin o halde?"

Sessiz kaldım. Bunu benim dışımda herkes biliyor görünüyordu. Benim de Thompsonlar da öğrenmek istediğim buydu. Benim evet ya da hayır cevaplarını bilmeden verilmiş olduklarını düşünüyordu herkes.

"Luni..."

"Biliyordum," dedi Luni başını iki yana sallarken. Jamie'den hoşlanmadığını bilmiyordum. Jamie'de hoşlanılmayacak neyin olduğundan da emin değildim. Belki kendine olan fazla güvenli görüntüsüydü.

"Sonunda evleneceğim için mutlu değil misin?"

"Elbette mutluyum," dedi ama çok açıktı mutsuzluğu. Bana bakana kadar önüne oturup bekledim. Jamie Thompson'ın hayatını gözlerinden çekene kadar ona eziyet çektirmeyi dört gözle bekliyordum ama Luni'mi üzmek her şeyi arkaya itiyordu. Çoktan her şeyi mahvetmiş, herkesi üzmüştüm. Luni'yi, beni karşılıksız sevgisiyle yormayan tek kişiyi üzemezdim. Onu bile bile üzdüğüm an anlardım artık cehennemin en altında yanmaya layık bir iblis olduğumu. Dostluğu, anaçlığı ve varlığı sadece saf bir sevgiden oluşuyordu.

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now