yedi

198 25 153
                                    

"Connie," annem oturduğum masaya elini koydu. "Evden çıkmaya çalışayım deme. Luni'yi tembihledim. Eğer seni odandan başka yerde yakalarsam ahıra kilitlerim. Şaka yapmıyorum."

"Zaten bir hafta oldu," diye homurdandım önümdeki kitaba indirdim başımı.

"Beş gün oldu. Ne kadar utandığımdan haberin var mı? Tüm kasabaya rezil olduk, tüm! Benim zamanımda olsaydık evimizi ateşe verirlerdi. Seni da kilisenin önünde yakarlardı."

"Keşke."

Annem kalbini tutarken Tanrı'ya dua etmeye başladı. Bir yandan da üstüne mantosunu geçiriyordu. Abartılı şapkası, mantosunun abartılı kollarına uyumluydu. Bu sayede bana ateş atmakta olan gözlerini göremiyordum. İlk kez bu şapkalarla alay etmek yerine varoluşlarından memnuniyet duyuyor olabilirdim.

"Ciddiyim, Connie."

"Tamam," dedim sonunda yalnızca beni azarlamasına ara vermesi için. Luni elini saçlarıma geçirip, beni tıpkı Tipper'ı sever gibi sevdi. "Merak etmeyin Bayan Griffiths, Connie sözümden çıkmayacak. Değil mi Connie?"

Başımı salladım ama annem hala memnuniyetsiz görünüyordu. "Cehennem donarsa belki. Lord beni bu çocukla sınadığına göre benden çok büyük bir beklentisi var."

"Evet. Kadınların iki tane popoları varmış gibi gösteren kıyafetler dikmek. Yüce İsa'nın bu uğurda öldüğüne inanamıyorum."

"Connie!" Bu sefer Luni de annemle aynı ağızdan bana bağırdılar. Annem odama gitmemi söyleyince Tipper'la beraber yatağıma yattım. Dışarıda kuşların sesi ve camlara vuran ağaçlar yine duyuluyorlardı. Üst üste dizilmiş kitaplarımın yanına gittim. Darmadağınık odamı belki de düzenlemeliydim. Porselen bebekler, peluş hayvanlar ve üstlerinde tonlarca karalama olan yazılar... Duvara çizdiğim için annemin az daha fenalık geçirdiği resmin boyaları solmuştu. Uzun ve siyah şapkalı olan babamdı. Onun ince bir çizgi olarak çizilmiş elini tutan bendim. Evin ilerisinde Tipper bile vardı. Oliver'ın adı da bir köşede yazılıydı.

Annemin okumam için bıraktığı kitaplara baktım. Hiçbiri bir kez bile açılmamışlardı ama annemin gençliğinde okunduklarını anlayabileceğim kadar eski görünüyorlardı.

"Birbirinden Güzel 1000 Yemek Tarifleri"

"Gerçek Bir İngiliz Kadını Nasıl Giyinmeli?"

"Ahlak Bilgisi ve Görgü Kılavuzu"

Kitaplara dik dik baktıktan sonra hepsini ittirdim. Ağırlıkları yüzünden çıkarttıkları ses Tipper'ı korkuttu. Ağlayarak yatağımın altına kaçtı. Korkak köpek. Babam güya o etrafta yokken etrafa göz kulak olması için almıştı ama kemik isterken bile çekiniyordu sanki. Onu suçlamamak gerekirdi. Louise Griffiths'in evinde zavallı köpek bile beyfendi gibi davranmak için yetiştirilmişti.

Dolabımı açıp annemin doldurduğu inanılmaz kabarık, süslü ve tüylü kıyafetleri Tipper'a uygun bir şekilde dikmeye karar vermiştim ki camım tıklandı. Öğle bile olmamıştı ama havanın griliği yüzünden karanlığa çeviriyordu ağaçların gür olduğu camımın önünü. Bu yüzden önce kimseyi seçemedim ama yaklaşıp tekrar tıklanınca irkildim.

"Oliver!"

Camı açınca sert rüzgar içeri girdi. Her yaz çok nadir gördüğüm güneş için sevinirken sonum hep günlerin çoğu bu soğukla geçiyordu. Yün hırkamın omuzlarımdan; dirseklerime düşmesine neden oldu esinti. Oliver da biraz tekleyen yağmur damlalarından ıslanmıştı.

"Louise evde mi?"

"Hayır," dedim. İçeri atlayınca Tipper hızlıca koşup Oliver'ın ayakkabılarındaki suyu yalamaya başladı. Arkasındaki camı kapatıp yatağıma oturdu.

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now