yirmi dört

229 20 151
                                    

O kadar çok kez acıdan ayılıp bayıldım ki en sonunda duyduğum yardım çığlıklarının bana mı başkasına mı ait olduğunu ayırt edemedim. Ormanda tek başıma olmak mı daha ürkütücüydü yoksa başkalarının da olması mı? Bana zarar verirler miydi yoksa acıyarak en azından hayatıma mı son verirlerdi bilemiyordum.

Soğuktan donmam olanaksızdı, bacağım çoktan etraftaki çamur ve pislik yüzünden mikroplanmaya ve beni ateşe sürüklemişti. Kan kaybımsa bacağıma kilitlenen demirler açılmadığı sürece pek mümkün görünmüyordu. Ancak daha ne kadar bu acıya dayanırdım bilmiyordum. Yarı baygın yarı ayık şekilde tekrar yardım için bağırdım ama sesim kısılmıştı. Hiçbir şey çıkmıyordu. İşin tuhaf kısmı, hala çığlıklar duymaya devam ediyordum.

"Yapma!"

Uzaktan bir ses geldi. Bir erkek sesine benziyoedu. Yalvarırken ağlıyordu. Şimşek çaktığını duyunca adamın sesini kestirmekte zorlandım.

"Beni neden buraya sürükledin? Sen... nesin? Sen— AH!"

Sonraki duyduğum sesle tüm bedenim sarsılunca bacağıma tekrar ağrı saplandı. Etin bölünme, yırtılma sesine benzer mide kaldırıcı bir ses gelmişti. Sonra minik yağmur damlalarına karışan kan sesini de duydum.

En sonunda da bedenin yere düşmesinin sesi.

Yağan yağmur, göz yaşlarım, terim ve kanım hepsi birbirine karışıp akıp gidiyordu. Sanırım bedenim güçsüzleştikçe kendini koruma mekanizması da düşüyordu. Korkunun yerini teslimiyet alırken tir tir titreyerek her ne birine bir şey yapıyorsa sıramın gelmesini bekledim. Bugüm öleceğimi düşünmemiştim.

Bedenin toprak üstünde sürüklendiğini duydum. Elimde olmadan korkudan ve panikten çıkardığım hıçkırıkları bastırmak için elimi ağzıma bastırdım. Ancak yaklaşan her adımı duyduğumda daha da yükseldiler. Neredeyse bacağımın acısını unutup, tüm ayağımı orada bırakıp koşup kaçmak isteyeceğim kadar çok korkuyordum şimdi.

Ayın, dallar arasından vuran ışığı üstüme gelen gölgeyle kapandı. Karşımdaki kim durduğunu bilmiyordum. Ama elinde bir sopa vardı. Üstünden damlayan şeylerin de yağmur olamayacak kadar yoğun göründükleri açıktı. Sonra diğer elinde de yuvarlak bir sepet tuttuğunu gördüm. Hayır. Sepet değildi. Bu...

Görüntünün ne olduğunu anlar anlamaz tüm vücudum son kalan gücüyle kustu. Güçsüzse başım da yere düştü.

"Cık cık cık..." adam bana doğru eğildi. Diğer elinde tuttuğu kafa tasını bir kenara attı. Ağaca çarpıp, yerde bir süre sürüklendikten sonra saçları çalılara takıldı. "Zavallı çocuk seni... Yaramazlık mı yaptın?"

Adam sopasını da kafanın yanına attı. Yüzünü hala seçemiyordum ama sesi de tanıdık değildi. Cüssesi ise fazla iri yarıydı. Sanki bir tavuğun kanadını ayırıyormuş gibi ayı kapanını açınca hayretten hareketsiz kalmaya devam ettim. Adamsa bacağımı batılı kalmış demirden çıkardı. Acıyla bağırdım. Kaçmaya çalıştım ama adam sağlam bacağımı tuttu. Zaten yerde sürüklenmekten başka bir şey de yapamıyordum.

"Şhh, şhh, şhh" elini ağzıma bastırınca beynim dönmeye başladı. Göğsüm kapana kısılmış tavşanın yüreği gibi hızla inip kalkıyordu. Birazdan diğer kelle olacağım gerçeğiyle yüzleşmek istemiyordum. Annemi görmek istiyordum. Evimi terk edecek kadar aptal olmamı kabul edemiyordum. Ya da tek başıma eve dönmeye çalışmamı. Oliver'ı dinlemeliydim. Ya da Üzüm'ü almamalıydım. Yaptığım seçimlerden en azından birini bile yapmamış olsam... "Ağlama." Adam gülmeye başladı.

Yere düşmüş hançerimi alıp bacağıma yaklaştırınca tekrar bayıldım.

* * *

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now