3. BÖLÜM: ŞEYTANLA DANS

2K 110 104
                                    





"Kendi planlarımızı yapıyorduk ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk.
- Fyodor Dostoyevski

🦢

Anchor - Novo Amor




3. ŞEYTANLA DANS

ÖYLE BİR AN gelir ki önceden ve değişmeyecek bir biçimde belirlenmiş olay akışına müdahale edebileceğimizi sanarız. Bir kısım olaya müdahale ederiz, ancak sonuç daima olması önceden bilinen şekilde olur. Kader, insanın karakterinde gizlidir.

Gece yarısıydı. Ay'ın yere dönük yüzü parlak bir şekilde bir daire halini almıştı. Dolunay vaktiydi. Parlak kocaman bir yuvarlak şekil gökyüzünde süzülüyordu. Karanlık gece mehtabın gölgesi ile aydınlanıyordu. Aydınlık günler yalnızca birkaç saat uzağımızdaydı. Aydınlanmayı bekliyorduk.

Karşılıklı koltuklarda kurulmuştuk. Az önce sıcacık, sobalı mis kokulu evden çıkmıştık. Burnumda hala o taze çay kokusu ve ağzımda ise sıcacık sobanın üzerinde pişen kestaneler vardı. Şu an ise buz gibi bir odada başbaşaydık. Üzerinde siyah kazağı, altında siyah pantolonuyla karşımda bir buz kütlesi yığını olarak oturuyordu. Yüzü gergin ve düşünceliydi. Yüzündeki belli belirsiz çizgilere göz gezdirdim. Yıpranmışlık taşıyordu bedeninde. Az önce masanın başındaki tam otomatik makineden ikimize de filtre kahve yapmıştı. Ben de onu izlemiştim. Ne içeceğimi sormamıştı. Ya da içip içmeyeceğimle ilgili bir fikir alışverişi yapmamıştı. O evden çıktığımızdan beri konuşmamıştık. Yol boyu sessizdik, buraya geldiğimizde de sessizdik. Bizi konuşturan tek şey yemindi. Ve onu da etmiştik. Şimdi sükunetimiz devam ediyordu.

Önümüzdeki cam, orta sehpaya yerleştirdiği siyah mat kupayı elime aldım. Sıcacık dumanı üzerinde tütüyordu. Kahveyi yudumladığımda o kadar acı gelmişti ki zaten görünüşü bile zift gibiydi, içemedim. Bir yudum aldım ve yüzümü buruşturarak bardağı masaya geri koydum. Kahveyi sade severdim. Ancak bu kahve, asla tadını başka yerde almadığım kadar acıydı. Notalarını tahmin etmek imkansızdı. Cevizli, karamelli ve baharatlı bir tat almıştım. Onu izledim. Kahvesinden yudum aldığımda göz kapakları direnmeye çalışıyordu. Yorgundu, bitkindi. Bu yaşına rağmen bu yorgunluğunun kaynağını merak ettim. Soramadım. Ellerim üşümeye, vücudum titremeye başlamıştı. Boynum terliyordu. Avuç içlerim nemden ıslanıyordu. Elimi çaresizce alnıma götürdüm, sıcacıktım. Ateşim çıkıyordu. Soğuk hava çarpmış olmalıydı. Zaten buraya gelirken de hastalığımın başındaydım.

Kendimi iyi hissetmiyordum. Üzerime yorganımı sıkı sıkı çekmek ve uyumak istiyordum. Sükuneti bozmadan önce gözlerim yine onu buldu. Onun gözleri ise az önce odaya girerken dikkatimi çeken tabloda geziniyordu. Hapşırdığımda bana bakmıştı. Bakışlarından cesaret alarak konuştum.

"Eve dönmek istiyorum. Telefonun çekeceği bir yer var mı?"

Cevabı kısaydı. Sesi boğuk çıkmıştı.

"Telefonlar burada çekiyor."

Aceleyle çantama attım elimi. Neden daha önce kontrol etmedim diye kendime kızdım. Sürekli kendimi ihmal ediyordum. En önemli şeyleri unutuyor, dikkatsiz davranıyordum. Şu an burada başıma gelse tamamen benim düşüncesizliğimden olacaktı.

"Neden daha önce söylemedin?" diye konuştum azarlayan bir ses tonuyla. Buraya ulaştığımda birilerine haber versem şu an çoktan yola çıkmışlardı. Belki de yolu yarılamış olurlardı. İlk aklıma gelen Güray oldu, telefonunu çevirdim. Birkaç kere çaldı ama açan olmadı. Sesli mesaja düşmüştü. Yeniden çevirdim numarasını, ancak yine açmıyordu. Nerede olduğumu mesaj olarak gönderdim ve buraya gelmesini istedim. Babamın diğer korumaları Yavuz ve Salim'i aradım sonrasında. Onlar kesin açarlar diye düşünmüştüm. Birinden biri açmalıydı telefonu. Ancak kimse açmıyordu. Sinirle elimi vurdum koltuğun sağ koluna. Bir süre bekleyecektim, belki geri dönerlerdi. Dönmeleri gerekiyordu. Karşımdaki sessizlik yemini etmiş adama dönüp baktığımda tepkilerimi izlediğini görüyordum. Bir terslik olduğunu anlamıştı ancak herhangi bir şey sormadı.

KAHRAWhere stories live. Discover now