4. BÖLÜM: GÖLGELER

1.6K 92 90
                                    





"Issız eski parkta karlar içinde,
arıyor geçmişi iki gölge."
- Stefan Zweig

🦢

Where do lovers go? - Ghostly Kisses




4. GÖLGELER


ISSIZ, dar bir patikada ellerim cebimde ilerliyordum. Sık ağaçların oluşturduğu orman, gelişigüzel uzamış dalların yumak haline gelmesi ile yürümesi zor, insana işkence haline gelmişti. Toprak yol lapa lapa yağan karla kaplıydı. Beyaz bir örtü tüm şehri aydınlığa boyamıştı adeta. Sessizlik hüküm sürmüştü. Buz kristallerinin bir araya gelmesiyle oluşan yeni yağmış kar taneleri ile ses dalgaları soğurularak sessizliğe kaplardı her yeri. O sessizliğin yeni düşünce biçimlerini açmak için bir anahtar olduğu söylenirdi. Düşünmeye çalıştım. Neden burada olduğumu, buraya nasıl geldiğimi. Aklımda cevaplardan ziyade, bir karmaşa hakimdi. Cevaplar bir yerdeydi. Ama o yer bende değildi.

Yürüdüğüm yolda yalnızca ben ve karanlık gökyüzünü ışığıyla aydınlatan dolunay vardı. Yalınayaktım. Şaşırtıcı olan, soğuktan asla etkilenmemiş olmalarıydı. Aksine ayak tabanlarım sıcacıktı ve altları pembe pembeydi. Kor bir alevin üzerinde yürümüş kadar sıcaklardı. Kendimi kar yığınlarının arasına bırakmak ve buz tutmak istemiştim. Kaburgalarımdan yayılan bir yangına, su tutmaya hazır bir şekilde bekledim. Kana kana su içmek istiyordum. İlk bulduğum fırsatta içecektim. Ellerim titremeye başlasa da yürüme durdurmadım, aksine yürümeye devam ettim. Ormanın derinliklerinden sığ ve kel bir alana denk gelmiştim. Küçük bir ışık huzmesi gözlerimi bulduğunda yürümemi hızlandırdım.

Ağaçlar tamamen tükendiğinde ve bir açıklığa geldiğimde onu gördüm, o evi. Tahtadan yapılı küçük evden yayılan sarı bir ışık ve bacasından çıkan dumanlar, içerde bir yaşam belirtisi olduğunu gösterir nitelikteydi. Akşam kendimi ölümden kurtarırken koşarak geldiğim ve yaşlı, sevimli bir çifti barındıran o sıcacık ev. Yürüyüşüm hiç olmadığı kadar hızlandı. Buna ben bile şaşmıştım. Kapının ardındaki merdivenlere kadar geldim. Olduğum yerde durdum, kısa bir süre bekledim.

Kapıyı çalmak için elimi kaldırdığımda arkamdan ismimi duyarak geriye doğru döndüm. Gri, soğuk ve hiddetli gözler benimkilerle buluştu. Elindeki tabancayı bana doğrultmuştu. Yutkundum. Sinsi bir yılanın, yuvasına izinsiz giren yabancıya yaklaşması gibi yaklaşmıştı arkamdan. Kör bir bıçak darbesiyle ufalanan bedenime bir darbe de ondan gelecekti. Bedenimi kontrol etmekte zorlanarak sıtma nöbeti geçirircesine titredim. Gözlerim bir anlığına kapandı ve açıldığında ise karşımdaki adam ortadan kaybolmuştu. Karanlık orman, yalnızca kuşlara ve vahşi doğaya kucak açmıştı, insan varlığından söz edecek bir hareketlilik göremedim. Ormanı arkamda bırakıp aceleyle kapıyı yumrukladım. Aynı anda da avazım çıktığı kadar bağırarak içeridekilere sesimi duyurmaya çalışıyordum.

"Lütfen! Kapıyı açın!"

İçeriden gelen konuşma seslerini duyuyordum. Ancak gelen giden kimse olmamıştı. Bu beni daha da telaşlandırdı. Boğazım düğümlendiğinde, nefes almam güçleşmişti. Arkamı dönüp bakmadan sadece kapıya odaklanmıştım. Bakmazsam sanki, orada kimse olmayacaktı ve bana bir şey olmayacak diye düşünüyordum. Korkuyordum. Beni neden öldürmek istiyordu? Hem de öldürmek istemediğini bana daha yeni söylemesine rağmen. Korkuyla kapıyı çalmaya devam ettim. Ellerim yumruklarımı kapıya gelişigüzel vurmaktan acımıştı. Nefes nefeseydim. Kapının açılma sesini duyana kadar durmadan devam ettim. Ve sonunda kapı açıldı. İçeri attım kendimi hemen. Arkamdan kapıyı kapattım ve kapıya sırtımı dayadım. Gözlerim henüz karşıyı o heyecanla tam net göremeden konuşmuştum.

KAHRAWhere stories live. Discover now